Aramızdan ayrılan bu gepegenç insanlar bir daha asla gün doğumu ve gün batımında gökyüzünde oluşan renkleri, boşlukta salınan bulutları, yağan yağmurun toprağa düşen sesini, baharda açan çiçeklerin görüntüsünü ve kokularını, yakınlarının seslerini, soluklarını duyamayacaklar, sevdiklerinin elini tutup, saçlarını okşayamayacaklar, sevdikleri sebzeleri, meyveleri yiyemeyecekler, dünyayı dolaşıp, göremeyecekler ve daha binlerce şeyi hissedip, algılayamayacaklar. Bunları yapmalarını neden engelledik, neden engellemeyi sürdürüyoruz? Buna ne hakkımız var? İnsanlığa karşı işlenen bu suçlara neden hala ortak oluyoruz?
Politikacıların bu konuda ne kadar yetersiz oldukları ortada. Yaklaşık otuz beş yıldan bu yana, varsa istisnalar hariç, sorunun yapay bir şekilde büyümesine katkıda bulunmak ve ondan nemalanmaktan başka bir şey yapmadılar. Öyleyse bu konunun politikacılara bırakılamayacak kadar ciddi, önemli bir sorun olduğunu anlamamız gerekiyor. Politikacılar bu sorunu bugüne kadar çözemediler, çözemezler, zira bu konu toplumu oyalarken onlar başka işlerin peşinde koşuyor. Zaten bu konuyu ciddiye alsalardı herhalde çoktan kapanırdı.

Bu politikacılar aramızdan ayrılan o çoğu gepegenç insanları geri getirebilirler mi? Yanıt “hayır”sa o zaman bu büyük çoğunluk daha çok genci ölüme göndermelerine neden izin veriyor? Bu politikaları engellemek amacıyla hangi ortak sivil toplum örgütleri kuruldu, hangi girişimlerde bulunuldu?
Toplumda en çok konuşması ve görüş bildirmesi gereken kesim konuşmak yerine silahları konuşturanların şerrinden mi korkuyor?
Bunun yapay bir sorun olduğunu söylüyoruz, zira son beş yüzyıl içinde Anadolu toprakları üstünde 20. Yüzyıl’a kadar bu iki etnik grup arasında ciddi olarak nitelendirilebilecek hiçbir çatışma yok. Aynı dine mensup, yüzyıllardan bu yana aynı topraklar üstünde kardeşçe yaşayan, aynı çıkarları paylaşan insanlar ne oldu ve nasıl oldu da son otuz beş yılda bu hale geldi?
Yapaylık konusunda öncelikle dikkat edilmesi gereken şey diğer Doğu illeri kadar Güneydoğu Anadolu illerinden de başta büyük kentler olmak üzere ülkenin her yerine ciddi boyutta göç olayı yaşanmasıdır. Gidenlerin neredeyse hiçbiri geriye dönmedi ve dönmekten yana değil. Ülkenin her yerine dağılmaları bir anlamda mevcut sistemi onayladıklarını ve belli konularda (özellikle de kimlik arkasına gizlenme gibi) diğerleriyle bir sorunları olmadığını gösteriyor. Bunu etnik bir kimlik sorunu olarak görselerdi doğup, ait oldukları coğrafyada ölür, yine de orayı terk etmezlerdi. Bundan onların Türkiye’yi kendi ülkeleri olarak kabul ettiklerini ve tıpkı diğer bölgelerden ekonomik ve başka nedenlerle göç eden insanlar gibi onların da göç etme özgürlüklerini kullandıkları anlaşılıyor.
Ayrıca bu bölgelerde ve bu bölgelerden başka kentlere göç etmiş milyonlarca insan özgür iradeleriyle ulusal meclise seçtikleri ulus milletvekillerini göndermektedirler. Ancak yalnızca milletvekili göndermenin sorunun çözümü için yeterli olmadığı anlaşılıyor. Sorunun yalnızca herkesin meclisi olan Büyük Millet Meclisi’nde demokratik yöntemlerle çözülmesi için yine herkesin elini taşın altına koyması gerekiyor. Mevcut koşullarda Meclis dışı bir çözüm görünüşe göre asla geçerli olamayacak.
Bugün Güneydoğu’dan yaklaşık altmış yıl önce göç etmiş insanların Türkiye toplumu içinde önemli yerlere geldikleri, başka etnik gruba ve başka inanca ya da aynı inanca mensup insanlarla akrabalık, dostluk, iş, çıkar ilişkileri kurdukları ve bu şekilde yaşamaktan hoşnut oldukları görülmektedir. Bu insanlar sayısal olarak Güneydoğu’da yaşayan soydaşlarından daha kalabalık olmakla birlikte bu konuda bir şeyler yapamamanın çaresizliği içindeler. “Aşağı tükürseler sakal yukarı tükürseler bıyık” olarak nitelendirilebilecek bir konumdalar. Diğer sayısal çoğunluğa sahip kesim için de benzer şeyler söylenebilir. Ancak ne yapıp edip bu çaresizliği aşmak gerekiyor. Aynı etnik gruba mensup insanların büyük bir bölümü mevcut ulusal yapının bir parçası olma konusunda bir sakınca görmemişse bu sürece direnen diğerlerinin yanıldığına ve bir şekilde kaynaşma umudu olabileceğine inanabiliriz (doğal olarak yaşananları hiçbir şekilde unutmadan ve yadsımadan).
Bu durumda bu yapay soruna bir son verebilmek için bu insanların sivil toplum kuruluşları bünyesinde bir araya gelmeleri ve çözüm konusunda tüm güçleriyle çalışmaları gerekiyor. Bu noktada gerçek, yani konuyu bir çözüme kavuşturmak isteyen, politikacıların devreye girmesi ve bir araya gelme sürecini hızlandırıp, öncülük yapmaları beklenebilir.
Bu yapay bir sorundur, çünkü daha önce de belirttiğimiz gibi Katalunya, Bask, İrlanda, Korsika, Brötanya ve diğer etnik sorunlarla içerik düzeyinde hiçbir ciddi benzerliğe sahip değildir. Bu yapay bir sorundur çünkü bir savaş değil ilkel meydan okuma duygusu üstüne oturan bir karşılıklı öç alma olayına dönüşmüştür. Savaşlar biter, kan davaları çok uzun yıllar sürebilir. İlkel toplumlarda kan davaları bugünkü ifadeyle genel olarak maddi bedel karşılığı sona erer.
Dünyada yalnızca farklı bir dil konuştuğu için aynı düşünce yapısı ve yaşam biçimine sahip, yani aynı havayı soluyan, aynı suyu, ekmeği paylaşan, aynı ulusal sürecin parçası olan bir topluluk diğerlerinden kopamaz. Böyle bir yaklaşım işin içinde başka işler yani çıkar çatışmaları olduğunu gösterir. Öte yandan aynı etnik gruba mensup olup farklı ulusal sınırlar içinde yaşayan insanların aynı çatı altında bir araya geleceğini ummak büyük bir düş kırıklığına yol açabilir.
Zira yakın coğrafyalarda bunun tersini kanıtlayan birçok somut örnek var; birbirlerine komşu olmalarına karşın Belçikalı Walonlar, Fransızlar ve İsviçreli Romanlar bir araya gelip bir devlet kurmak gibi bir ihtiyaç hissetmemişlerdir. Almanlar, Avusturyalılar ve İsviçre Almanları komşu olmaları ve aynı dili konuşmalarına karşın aynı çatı altında yaşamamaktadırlar. Beyaz Rusya ve Rusya komşu olup, aynı dili konuşmalarına karşın ayrı çatılar altında yaşamaktadırlar. Eğer bu bölgede binlerce yıldan bu yana aşiret reisliğinin ötesine geçebilmiş bir yönetim biçimi oluşmamışsa bunun (uydurulanları değil) gerçek nedenlerini tartışmak gerekir! Üstelik ortada bugün bu bölgede birleşmenin gerçekleşebileceğine dair en ufak bir somut gösterge yoktur.
Son olarak Türkiye’de bir tür tabuya dönüştürülen bu konu kesinlikle somut, nesnel bir şekilde tartışılamıyor, zira duygular öne çıkıyor. O zaman da (bu dünyada insan yaşamı, özellikle de gençlerinki her şeyden daha önemli ve anlamlı olmalıdır, bunun dışındaki hiçbir yaklaşım kabul edilemez, aksi takdirde) hiçbir anlamı olmayan karşılıklı dayatmalar sonucu yaşamlarının baharındaki gepegenç insanlar ölüme gönderilir. Bu kararların hangi hak, hangi vicdan anlayışına dayanarak alındığını açıklayabilecek birileri var mı? Bu genç insanların ölmesi neyi, hangi sorunu çözmüş, çözüyor? Bunun bir saçmalık ve bu saçmalığı sürdürmenin insanlık dışı bir davranış olduğunu görmek için daha neler olması gerekiyor?
Tarihte her zaman bir kazanan ve bir de kaybedeni olan örnekler yok. Kimi zaman herkesin aynı anda kazançlı çıktığı çok sayıda örnek var! Seçimimizi akılcı olandan yana yapalım ve bu çözümü yaşama geçirmek için elimizden geleni yapalım.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.