Evet, inşallah söyleminin anlamı şu mu? “Allah isterse, Allah nasip etti ise” mi? Peki, siz bir işleme ya da bir eyleme niyet ettiniz. Allah bunu niye isteyecek, size niye nasip edecek? Köylülerin geçmekte zorluk çektiği bir çayın üzerine köprü yaptırmaya hazırlanıyorsunuz…Ve “İnşallah” dediniz. Evet, doğrudur, yerindedir…
Dürüst bir insanın bu isteğinin gerçekleşmesini Allah da ister. Ve Allah o insana bu mutluluğu nasip eder. Ama, at hırsızının biri “İnşallah bizim komşunun ayağı kırılır da, Cuma namazına gelemez” diye dua ederse, Allah bunu niye istesin?
Lafı uzatmak yerine konuya girsem… Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in adı üç satır yukarıda kullandığım “At hırsızı” söylemiyle pek yakın düştü, kimse bu ikisi arasında bağ aramasın. Ben haddimi bilirim.
Evet, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in şu sözlerini irdelemeye çalışıyorum: “Mehmet Ali Birand ve Uğur Dündar’a Türkiye’yi dar etmezsem bana yazıklar olsun. Ben Emin Çölaşan’ı tarih yaptım. Seçimden sonra Mehmet Ali Birand ve Uğur Dündar’ı tarih yapacağım inşallah.”
Dediğim gibi, sözünü İnşallah’la bitirmemiş olsaydı, üzerinde durmazdım.
Şimdi, bu sözler üzerinde biraz kafa yoralım. Mehmet Ali Birand ile Uğur Dündar. Benim nazarımda gece ile gündüz gibi. Hayır ile şer gibi. Mehmet Ali Birand’ı cinim kadar sevmem. Uğur Dündar için canımı veririm. Bu tesbiti yaptıktan sonra şunu hemen belirteyim. Bu iki kişiye bir kötülük etmeye hazırlanan biri varsa, o zaman iş değişir. Bu iki kişinin benim nazarımda birbirinden farkı yoktur.
Şunun için yoktur. Bu insanlar Türk halkının mutluluğu için çalışan kalem erleridir. Onlar bizim yiğitlerimizdir. Birinin yoğurt yiyişini ben sevmiyorum ama, atalarımız ne demiş, “Yiğidi öldür, ama hakkını yeme.” Onlar topluma karşı kusurlu değiller.
Bu sözün sahibi Melih Gökçek’e gelecek olursak, hakkında çıkmadık söylenti kalmamıştır. Bırakınız yolsuzlukları, sadece Hazine’ye olan borcu zamanında ödememiş olması nedeniyle, Türkiye’deki bütün belediye başkanlarını aptal yerine koymuş biridir.
Bütün Türkiye belediyelerinin Hazine’ye “sekiz birim” borcu var. Bu borcun yarısı Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin. Şöyle bir karikatür gözünüzün önüne geliyor mu? Uzak illerden birinin belediye başkanı Hazine’ye doğru koşuyor. O sırada Ankara Anakent Belediye Başkanı’nı görüyor. Selamlaşıp konuşmaya duruyorlar:
Uzak yerin belediye başkanı soruyor: “Hazine’ye borcunu yatırdın mı?” Melih pis pis sırıtıyor: “Enayi miyim ben?” diyor. “Daha da üste para almaya hazırlanıyorum.”
Şimdi bu arkadaşı Başkent Ankara dördüncü kez başkan seçmeye hazırlanıyor.
Gelelim, sözlerinin içeriğine. İki gazeteciye Türkiye’yi dar edecekmiş. Bunu nasıl yapacak? İnanmayanlar çıkabilir, diye bir de örnek veriyor: “Ben Çölaşan’ı tarih yaptım..” Bir kere bu doğru değil. Çölaşan ahlak dışı bir pazarlığın kurbanı oldu. Ve bu olayda kaybeden de Çölaşan değil. O olaya sığınmak ahlaklılık değil.
İyi de, bu gazeteciler sana ne yaptılar? Seni nasıl rahatsız ettiler? Ve dünyanın uygar ülkelerinde gazetecilere böyle saldırılar yaşanıyor mu? Birleşik Amerika’da bir gazeteci başkanı koltuğundan etti. O gazeteciye ne yaptılar?
Hatta, kötü bir örnek ama, kimse yanlış anlamasın. Danimarka’da bir geri zekalı çizer, üç beş çizgi ile İslam dünyasını rencide edince, Danimarka ekonomisi gitti gitti, geri geldi. Koca Türkiye ve bütün dünya müslümanları ayağa kalktı. Her yerde Danimarka büyükelçilikleri basıldı. Danimarka’dan her hangi bir ilgili ya da yetkili, o serseriye “Evladım, ne yaptın sen?” dedi mi?
Böylesine bir şerefsizliğin ortaya koyucusu olan gazeteciye bile en ufak bir serzenişte bulunulmuyorsa, bunlarda mı bir yamukluk var, yoksa bizde mi bir manyaklık var, düşünüp araştırmaya değmez mi? Ve bu sözleri işiten siz, yukarıdakiler. Melih’in ipinin öbür ucu elinde olanlar! Niye susuyorsunuz?
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.