Seni nerelere dikeyim
Dikeyim, dikeyim
Seni kalbime dikeyim…”
Ben de bir Girit göçmeniyim. Resmo diye bir yerden “göçmüşüz” İzmir’e. Ama o “mübadele” yıllarında değil. Girit Rumları “bağımsızlıklarını” komşu kanında kurmaya uğraştıkları yıllarda, 1800’lerde gelmişiz buralara. Ama nedense Girit, benim için hep “merak” ettiğim bir yer oldu. Ne dilini ne de geleneklerini bilmediğim ama adı geçtiğinde yüreğimde hep sıcaklığını duyduğum bir sevgili yer.
Kim bilir belki de Girit’te de benim gibi düşünen bir Rum vardır.
Siyasetinden ne kadar nefret etsem de, Yunaniler ve Rumlar ile aramızda hep “aynılık” yaşanacak. Biz bunu yok edemeyiz.
“Benim Giritli Limon Ağacım” bir mübadele şarksının sözleriymiş. Rahmetli anneannem sağ olsaydı belki hatırlardı. Rahmetli, mübadele öncesi gelmiş olsa da, ölünceye kadar Girit’le bağını hiç koparmadı. En azından “Giritçe’yi” hep konuştu.
İzmirli, İzmir’de yaşayan bir belgesel sinemacı Tahsin İşbilen. Paradoks adlı bir de şirketi var. Adını bugüne magazin şımarıklığında duymadığınız için bilmiyor olabilirsiniz. O’na bu güne kadar en yakın “ilgiyi” yaptığı “güzellikleri” yayınlamakla Ege TV gösterdi. Dürüst, namuslu, faziletli, fedakâr bir sanatçı dostum İşbilen.
30 Ocak 1923’de imzalanan “Türk ve Rum Ahalinin Mübadelesine Dair Mukavelename ve Protokol” üzerine “mübadeleye” tabi tutulan insanların “çektiklerini”, yine onların söylediği “Benim Giritli Limon Ağacım” şarkısının üzerine belgesel hazırlıyor Tahsin İşbilen. İzmir’in belgeselini, İstanbullu “tiplere” havale edenlere inat, İzmirli olmanın cesaretiyle yılmadan, eğilmeden, bükülmeden çalışıyor. Şimdi de “mübadeleyi” belgesele çekiyor. Tıpkı 1999’da “Üç Kardeşin Öyküsü” ve 2005’de “İzmir’in Kayıkları” belgesellerini çektiği gibi.
Yetenekli ve bilgili bir ekiple “Benim Giritli Limon Ağacım” belgeseli Türkiye, Yunanistan ve Girit’te sessiz sedasız yapıtlaşıyor. İzmir’deki “sözde efendiler” görmezden gelmeye devam etsin, görgüsüzce ve kompleksli havalarla hala İstanbul’un “entellerine” kesenin ağzını açsın, Tahsin İşbilen’e Kültür Bakanlığı “şimdilik” 50.000 YTL teşvik vermiş. Tabii bu “yeterli” değil. Lakin İzmir’den “önce” Kültür Bakanlığı’nın “destek verdiği” bu yetenek sanırım “desteksiz” kalmaz. Belki Yunani ülkesi bile “bizden”, İzmir’den daha “değer bilir” olur.
İzmir’de öyle güzel şeyler oluyor ki. Ama İzmir’in “efendileri” de öyle kompleksli bir şekilde yaşıyorlar ki, İstanbul hep İzmir’den “kazanan” oluyor. Oysa bir “bize” dönebilsek. Ah “dönebilsek”!
“Benim Giritli limon ağacım
Seni nerelere dikeyim
Dikeyim, dikeyim
Seni kalbime dikeyim…”
İlle de film yapılacaksa
Dünyanın içinde bulunduğu “düşmanlık” havaları hep çocukları vuruyor. Fillerin, üç kuruşluk çıkarlar adına “tepiştiği” örneğin Ortadoğu’da olan, hep çocuklara oluyor. Her gün onlarca çocuk, henüz kavrayamadığı dünyadan göçüp gidiyor. Ülkelerarası “düşmanlıkların” dostluğa dönüşmesi hep mucizedir tarihte. Halklar “dost” olsa da zaman içinde, siyasetçilerin “insani bir dostluk” içinde yaşadıkları kolay görünür bir olay değildir.
Örneğin Türkiye Yunanistan ilişkileri.
400 yılı aşkın süre “birlikte” yaşamışız. Ama bugün hem Yunanistan’da hem de Türkiye’de “karşılıklı düşmanlıklar” ortadan kalkmadı. Çünkü iki tarafın da siyasetçileri, çocuk oldukları günleri çoktan unutmuş belki de.
Birkaç gündür yazılan bir kitabı okuyan bazı köşe yazarları, dünyadaki barış karşıtlığını mı görmüyor belli değil ama Atatürk ile Latife Hanım’ın çok kısa süren “evliliğinde” sanki gerçekten “karşılıklı aşk” varmış gibi “aman örnek bir aşk, film yapılmalı” diye tutturdu.
Oysa dünyaya örnek bir barış adamı olan Atatürk’ün “film” yapılacak örnek devlet adamlığı var.
Sanki Atatürkçülük yaşam biçimi olmuş, sanki Türkiye Atatürk’ün hedeflediği başı dik, alnı açık ve kimseye muhtaç olmayan bir ülkeymiş gibi, tamamen “bir hata” olan kısacık evliliği film önerisi yapılabiliyor. Pes doğrusu.
Oysa en kanlı savaşın tarafları olan Atatürk ve Venizelos’un dünyaya örnek olacak ve dünyanın ihtiyaç duyduğu barış yaşamının tarafları olduğunu kaç kişi biliyor? Bilenlerin de sanırım “işlerine” gelmiyor.
Süleyman Fethi Bey’in “zito Venizelos” demediği için şehit edildiğini ne çabuk unuttuk!
İzmir’de bir günde 3 binin üzerinde Türk’ün Yunaniler tarafından katledildiğini bilmiyoruz!
Aya Vukla denen “katliam planlama merkezinin” kan kokan ihanet duvarlarındaki ihanet çığlıklarını koca “efendiler” duymak istemiyor!
Lakin Yunani ordusu 9 Eylül 1922’de Anadolu’dan temizlenince, Türkiye ve Yunanistan arasındaki ilişkiler de ne yazık ki ders kitaplarında bile yok.
12 Ocak 1934 tarihini bileniniz var mı?
Bu tarihte Yunanistan Başbakanı Venizelos, Norveç Nobel Komitesi’ne bir mektup yazmış. Bu mektupta, İzmir’in işgalinin önemli adamı Venizelos bakın neler söyler:
“Yaklaşık 700 yıl boyunca Ortadoğu ve Orta Avrupa kanlı savaşlara sahne olmuş, fakat Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla bölgedeki istikrarsız durum sona ermiştir.
Bir milletin hayatında, bu kadar çok kısa bir süre içinde, bu denli köklü değişikliğin gerçekleştirilmesi hakikaten pek enderdir. Teokratik bir rejimle yaşayan din ve hukuk kavramlarının birbirine karıştığı çökme devrindeki bir imparatorluğun yerini, güç ve hayat dolu, modern ve milli bir devlet almıştır.
Barış davasına bu değerli katkı, Türkiye Cumhurbaşkanı başbakanı Mustafa Kemal Paşa sayesinde yapılabilmiştir. Bu nedenle, Yunanistan Hükümeti başkanı sıfatıyla Mustafa Kemal Paşa’nın Nobel Barış Ödülü’ne adaylığını takdim etmekten şeref duymaktayım.
VENİZELOS
Yunanistan Başbakanı”
Düşünün, Atatürk ve Türk milleti, Yunanın üç yıllık katliamına karşı bağımsızlık zaferi kazanmış, Yunanın ırkçı “megalo ideasını” yırtıp tarihin çöp sepetine atmış. Yunan zulmünün hain ayakları üç yıl boyunca şanlı Türk bayrağı üzerinde zıplamış. Ama zaferden sonra Atatürk ve Venizelos, dünyaya “örnek” olacak bir birlikteliği yakalamış. Üstelik Venizelos, yaptığı hataların affını istercesine “eski düşmanı” Atatürk’ü Nobel Barış Ödülü’ne aday göstermekten “şeref” duymuş.
Şimdi söyleyin Atatürk’le ilgili “lokal” bir film yapılacaksa konu ne olmalı?
Latife Hanımla yaşadığı kısa ve mutsuz evliliği mi?
Yoksa bugün dünyanın en çok ihtiyacı olan barışı nasıl yaşattığı mı?
Nasıl da belli oluyor Atatürk’ün hiç bilinmediği?
Üstelik Atatürk’ü bilmeyenler, tanımayanlar da hep “içimizden”!
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.