Yolcu – Figen Koşar

Daha önce “Vourla” romanını okuduğum Figen Koşar’dan elime gelen “Yolcu” romanı bambaşka bir anlatım, bambaşka bir kitap… Aslında kitabın 7 – 10 arasındaki sayfaları bir oranda ipucu veriyor ama şahsen ben aldığım ipuçlarının kitapta böylesine yaşam bulacağına inanamamıştım. 

Roman aslında bir Simurg uyarlaması. Simurg öyküsünü birçoğunuz biliyorsunuzdur, bilmeyenleriniz de bizahmet yazıya burada ara versinler ve bir yerlerden bulup okusunlar. Çünkü uzun ama bir o kadar da keyifli bir öykü. Herkesin bildiği öz cümlesini söyleyerek yazıma devam edeyim. Simurg’un arayışına düşen bir kuş sürüsü çetin bir yola düşmüşler. Yedi vadiden geçerek Kaf Dağı’na ulaştıklarında sadece otuz kuş kalmışlar. Vardıklarında anlamışlar ki Simurg kendileridir, her biridir. Gerçek yolculuk kendine yapılan yolculuktur.

Romanda Rus Dili ve Edebiyatı Profesörü Mihrimah Aydın ve Abhaz kökenli Özgür’ün arasındaki ilişki Simurg’a yapılan yolculuk örneği, İstek, Aşk, Marifet, İstigna, Tevhit, Hayret ve Fakr-u Fena vadilerinden geçerek bir yerlere gidiyorlar. Nereye gittiğini görmek için kitabı dikkatle okumak gerek. 

Figen Koşar’ın dediğine göre bu romanın yapısal ve düşünsel iskeleti büyük mutasavvıf Feridüddin Attar’ın “Mantık Al-Tayr” (Kuşların Diliyle) adlı eserinden ilhamla kurulmuş. Zaten ara bölümlerde karşımıza Mantık Al-Tayr başlığıyla da çıkıyor. Romanda bir de anlatıcı var; “Gözcü”. Sadece romanının arasına girip anlatıcı görevi görmüyor. Zaman zaman kahramanların yerine geçip akışı güçlendiriyor, okurun kitabı tutunmasına daha sıkı sarılmasına yardımcı oluyor.

Özgür’ün Abhaz kökenli olduğundan söz etmiştim ya… Kitap hiç zorlamadan, baskı kurmadan tarihi bilgiler de veriyor. Stalin zamanında Abhaz lider Nestor Locoba’nın öldürülmesi, 1992 yılında Abhazya’nın başkenti Sohum’da Abhaz Devlet Arşivinin ve Ulusal Kütüphanenin yakılması, bir devletin tamamen arşivsiz kalması, Yine 1992 yılında 35’i çocuk 85 kişiyi taşıyan helikopterin düşürülerek katledilmeleri gibi bilgiler ya mektuplar aracılığıyla ya da anılar aktarımıyla romanın içine zarif gibi biçimde yerleştirilmiş. 

Anlatım 2024 yılında başlıyor, oysa Mihrimah’la Özgür’ün öyküsü çok daha eskiye dayanıyor. Yazar onu anlatmak için de zamanında Mihrimah’ın yazdığı “Bu Roman Sen Oku Diye Yazıldı” bölümlerine başvuruyor. 

Zaman zaman Mihrimah’ın çalışmalarından da söz edildiği için çeşitli bölümlerde birçok tanıdık isimle karşılaşmak olası. Bunların içinde en ilginci Vera elbette. Nazım’la ilgili bölümlerde Vera sohbetleri ilgi çekici. Aziz Nesin ile ilgili bölümler anlatılırken de Metin Altıok, Zeynep Altıok Akatlı, Meral Altıok, Füsun Akatlı aşina geliyor. Şirince’den geçerken de Nesin Matematik Köyü ve orada çalışan tanıdık isimler romana renk katmış.

Romanın birçok yerinde özellikle Gözcü bölümlerinde tekrar tekrar dönüp okuduğum bölümler var bunların bir ikisinden örnek vermek istiyorum:

Ey kendi gölgesinden korkan yolcu! Sen bu vadinin sesini işitmezsin çünkü kulakların yüreğinin sesine kapalı. Bu yol cesaretle değil kendinden vazgeçişle yürünür. Kendi yüklerini taşıyanlar bu yolda ilerleyemez. Bedeninle ruhunu da özgür bırakman gerekir. Bu vadide bir adım atmak yüzlerce bedeni terk etmek gibidir. Eğer bir an bile tereddüt edersen buradan geri dönersin. Çünkü burası, yalnızca kararlılıkla yürünebilecek bir yoldur.

(Bir ayrılık anının ardından) O anda ne kadar acıtırsa acıtsın hiçbir şey boşuna olmuyor aslında. Üzerinden zaman geçtiğinde, uzaktan bakıp en doğru olasılığın o olduğunu anlıyorsun.

Yıllar sonra yalnız geçirdiğim ilk doğum günümdü. Kimsesiz hissediyordum kendimi. Bir şişe şarap açmış, iki kadehe doldurmuş, bir ondan bir ondan içiyordum.

Şimdi düşünüyorum da hep gelirken ve giderken hatırlıyorum seni. Gidişine ağıtlar yakardım ki gelişin şölene dönüşsün.

Doğadan aldığını doğaya geri vereceksin’ derdi. Diyelim ki akarsudan bir tas su içtin, geri kalanını suya iade edeceksin. Ormancılarla ilgili bir hikâye anlatmıştı mesela. Kuruyan ağaçları kesmek için ormana giderken baltalarını bir bezle sararlarmış, yeşil ağaçlar korkmasın diye…

(Cephede geçen bir günün ardından) Hayır, yarası çok ağır değilmiş. Ama yanında kaybettiği arkadaşlarının açtığı yara çok derindeymiş. “Ben sanırım o zaman bağlandım bu topraklara” demişti. “Kanımla suladığımda, gencecik çocukları onun koynuna yatırdığımda.”

Bu arada Abhazya’yı, başkent Sohum’u diğer kentleri de oldukça yakından tanımış oldum.

“Her şey çok güzeldi, aksayan bir şey yok mu?” diyecek olursanız, bana göre var. 

“Gözcü”, “Bu Roman Sen Oku Diye Yazıldı”, “Mantık Al-Tayr”, “Vadiler”, “Mevsimler” bölümleri bazen çok iç içe geçiyor. Gözcü bazı bölümlerde peş peşe devreye giriyor. Okurken konu dağılabiliyor. Dikkati dağıtmamak için uzun aralar vermeden devamlı okumalısınız. Yani kitabı bir bırakıp bir okumaya kalktığınızda gerilere doğru bakınmanız gerekebilir. 

Ama sonuç olarak mükemmel bir arayış romanı okuyacaksınız. Bu arayışın içindeki yaşanmışlıklar ve sona varış keyif veriyor…

Kalemine sağlık Figen Koşar…

Related Images: