İşte, benim öğrendiklerim

Yine, yaz geldi. Ya beş ya altı yaşındaydım, plajda denize doğru koştuğumu, ama son anda sudan kaçarak geri döndüğümü hatırlıyorum. Aynı oyunu bir süre defalarca tekrarladığımı hatırlıyorum. Bu belki de benim ilk çocukluk anılarımdan biridir. Günlük hafızanın parlak aydınlığında, geçmişin anıları yavaş yavaş soluyor, siliniyor, sonunda geriye birkaç cümle kalıyor; onları bir daha bulmamız mümkün olmuyor.

Yaz mevsimini kim sevmez? Öyle bir mevsimdir ki, yaylalar ve denizler bir başka güzel olur. Bir senenin yorgunluğu atılmaya çalışılırken bir taraftan gelecek kışın hazırlıkları başlar. Böcekler ve ağaçlar kendilerini bırakıverirler yazın sıcaklığına. Kırlar ve bayırlar, çiçeklerle renklenmiştir. Kimileri yaylalara giderek serinlemeye, kimileri de sıcak yerlere, kumsala giderek bronzlaşmaya çalışır.

Gurbettekilerin birbirlerine kavuştukları, sıla hasretini giderdikleri bir mevsimdir yaz. Sağ salim, akrabalarına kavuşmanın heyecanı vardır içlerinde. Düğünler, sünnetler bu mevsime programlanır. Çocuklar için okul yorgunluğunu üzerlerinden attıkları, özgürlüklerini doya doya oyunlar oynayarak, kuş cıvıltıları arasında atmaya çalıştıkları günlerdir.

Toprak ise, sevincini üzerinde açan bitkilerle yansıtır… Yazları, çiftçinin mahsul ve hasat zamanıdır. Köy evlerinde hanımlar yağ tenekelerini bile değerlendirir, içinde çiçekler açtırırlar. Yaz reçellerin, marmelatların, salçaların, tarhanaların, konservelerin yapıldığı, turşuların kurulduğu mevsimdir. Kendi yiyeceğini, kendisinin hazırlaması bir başka güzeldir. Bir sürü uğraş ve çaba…

Haziran geçti bile, Temmuz ayındayız. Yine, Ağustos gelecek. Yine, burada, olduğum yerde, yine Temmuz geldiği gibi geçecek. Ağustos gelecek, yine bir kez daha bir yaz bitecek. Sonbahar girecek araya, kar, kış girecek, bahar girecek, ve yine yaz gelecek… Yeni çiçekler açacak, mevsimler dönecek.

Dünler, bugünler, yarınlar… Mayıslar, Martlar, Eylüller… Gün doğumları, gün batımları… Akşamlar, geceler… Ve yine sabahlar… Elde avuçta olanlar, elde avuçta olacak olanlar…

Şu an yaz mevsimini yaşıyoruz. Şimdi yazın tadını çıkarma zamanı.

Yaz mevsimlerin en dişisidir. Kadınlar hiçbir mevsimi onu karşıladıkları kadar coşkuyla karşılamazlar. Bir önceki mevsimden başlar hanımların yaz telaşı. “Güneşin kızları” için yaz demek açık ayakkabı demek, askılı, tiril tiril elbiseler demek, ama en önemlisi bronz bir ten demek. Herkese özgürlük demek.

Ilık dalgaların sesini tabanlarınızda duymaya, bedeninizin suya girişini ve bundaki ferahlığı duyumsayın. Dışarı çıkın herkese tebessüm edin. Bu günlerin kıymetini bilin. Yaz aşıkların mevsimidir. Sevgilinizle birlikte sıcak kumlu deniz kenarları, yaz akşamları düşleyin. İçinizde canlanan yaşama arzusunu hissedin. Sevinçlerle dolun. Bu öyle bir sevinç olsun ki, kaygılarınız hafiflesin. Tüm öfkelerinizden arındıracak bir sevinç olsun.

Hepimizin hayatla baş edebilmek için, kimi küçük çılgınlıkları içimizde sürdürmek zorundayız. Köpüren dalgaları düşünün, pırıl pırıl denizi. Saplarından sarkan saydam üzümleri, göğün mavisinde gezinen birkaç bulut kümesini, ovaların sessizliğini, tanıdık insanları görmenin sevincini. Kırların sükunetini, nehirlerin uğultusunu, engin ve dingin ırmak boylarını, üzüm bağlarını düşünün. Yanardöner bir gökkuşağının çemberini düşünün. Güzel bir havanın olağanüstü duruluğunu, suya yansıyan kayanın sertliğini, güneşin batışıyla pembeleşen gökyüzünü. Kumlu yolun ince beyaz çizgisini. Sabah denizinin ışıkla parçalanmış yüzeyini. Kendini rüzgara bırakan, tekdüze kanat çırpışlarıyla dingin uçuşunu sürdüren kuşu. Birbirleriyle dövüşürcesine iç içe geçmiş sık ağaçlarla kaplı ormanları. O ağaçlara hangi kuşların neden uçup uçup konduğunu. Ağacın varlığıyla kendi varlığınız arasındaki hayati bağı. Bahçenizde gümüş yapraklı kavağı. Ya da yanından az önce geçip gittiğiniz o güzel kokulu ıhlamur ağacını. Ağaçların derine inen köklerinin geçmişini. Zeytini, defneyi asırlardır insanoğlunun neden kutsadığını. Köyünde hala dallarına çaput bağlanan dilek ağaçlarını. Tüm hayatın verilerini. Tüm bu güzellikleri düşününce önümüze öyle uçsuz bir atlas açılır ki karşısında bir tür baş dönmesine kapılmamak mümkün değildir. Yaşamın nasıl yinelendiğinin ve yenilendiğinin canlı örneği karşınızdadır; bu gözlerle dünyayı merak ve tutkuyla izleyin.

Bilgelik dışarıdan alınmaz; onu, bizim adımıza kimsenin kat edemeyeceği bir mesafeyi aştıktan sonra, kendimiz bulmak zorundayızdır; çünkü bilgelik, olaylara, dünyaya bir bakış açısıdır. Dünyaya yetişmek istiyorsanız, ona dokunmak zorundasınız. Dünyayı ancak dokunduğunuz yerden yakalayabilirsiniz. Sonra şeftalinin, kayısının birer tarla süsü değil, çok lezzetli ve sindirilebilir besinler olduklarını öğrenmiş bir çocuk gibi sevinin. Tomur vermiş kamelyaların koyu yaprakların arasından size kırmızı kırmızı gülümsemesini selamlayın. Cam kenarındaki masanızın üzerine düşen yumuşak ışığı o günün huzuru olarak evinize buyur edin.

Bazen hiçbir şey için değil, yalnızca yaşadığınız için sevinin. Hayatta olmanın mutluluğunu yaşayın. Her şeyi zaman varken yapmak gerek. Geciktirilmiş sözler, askıya alınmış hayaller, ertelenmiş itiraflar, gerçekleştirilmeyen buluşmalar; bir gün hepsi size pişmanlık olarak geri dönmeden önce, henüz vakit varken… Her şeye rağmen dümeni elden bırakmamak adına.

Birden bire içinizde yükselen bir sevinç, az şey midir? Öyle nedensiz, kendiliğinden gelen. Bu öyle bir sevinç dalgasıdır ki, içinizde öyle uçucu, öyle genişleyen bir haz yaratır ki, onu bastırmak, gizlemek, imkansızdır. İçinize birden bire gelen o sevinç, o kadar büyüktür ki, içinize sığmaz; tüm sevdiklerinize, dostlarınıza, çevrenize doğru yayılır. İşte içimizdeki iyimser duygularımızın geri dönüşüdür bu; bizi etkilemesinin, büyülemesinin sebebiyse, kendimizden çıktığını fark etmeyişimizdir.

Elinizde tutacağınız, sahip olacağınız, sırtınızı dayayabileceğiniz, enfes, dingin, kalıcı sevinçleriniz olsun. Aslında sevinçlerimizin, su gibi, ayna gibi, bizi yansıtma yeteneğinin olması çok güzel bir şey, değil mi?

Yazı masamın kenarında duran bana gün boyu eşlik eden pembe sardunyanın yapraklarını okşuyorum. Günün hazlarını tadmak için güneşi şarkı söyleyerek selamlıyorum. Bazı duyguların yanı sıra o an gözlerimi dolduran şeyin yaşam sevinci olduğunu biliyorum. Bedenimde tepeden tırnağa tuhaf bir ürperti dolanıyor. Burası benim yurdum. Burada, bu dünyada yaşamak ne güzel. Yarın başka bir gün olacak. İşte, benim öğrendiklerim bunlar.

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın