Nalın, Selçuklu ve Osmanlı devirlerinde, günlük hayatta geniş ölçüde kullanılırdı. 19. Yüzyıl’ın sonlarına doğru meslek haline gelen nalın yapımı 50 sene öncelerine kadar İzmir’de de mevcut olup nalıncı ustaları vardı.
Nalıncılık, kendi başına ustalık ve ihtisas isteyen bir meslektir. Nalınların tabanları tek parça tahtalardan meydana gelmektedir. Ayaklara rahat giyilebilmesi için üstlerine kayış parçaları takılır.

Nalınların tasma üzerleri süslendiği gibi, tahta kısımları da çeşitli geometrik şekiller çizilerek ve sedef, gümüş ve benzeri kıymetli şeylerle işlenirdi. Bunlara “sedefli nalın” ismi verilirdi. Halen Sinop’un sedef ve Afyonkarahisar’ın telle işlenmiş (telli) nalınları da çok ünlüdür.
Çocukluğum İzmir’in tarihi semti Basmane Tilkilik’te, tarihi Hatuniye Camisi çevresinde geçti. Nalın satıcıları Anafartalar Caddesi’nin Hatuniye Camisi tarafındaki kaldırıma sergilerini açar, nalınların en çok kullanılan modelini satarlardı.
Nalın çeşitleri çoktu, ama semt dar gelirli vatandaşların oturduğu semtte ucuz ve dayanıklı modeller tercih edilirdi. Benim satın aldıklarım da öyleydi.
Çocukluk ve ilk gençlik yıllarım bu çevrede, dört değişik aile evinde (kortejo) geçti. Son oturduğumuz Simavlılar Aile Evi’nde 18 yıl yaşadım. Aile evinin iki katında dokuz büyük oda ve her odasında çoluk çocuk bir aile yaşardı. Aile evinin ikinci katına tahta bir merdivenle çıkılırdı. Üst kat salonu da tahtaydı.
Alt kat avlu zemininin başlangıcı toprak, sonrası ise betondu. Burada yaşayan 30 kadar kişiden en az yarısı aile evi içinde ve konu komşu gezmesinde tahta nalınlarını giyerdi… Nalınların avluda çıkardığı seslerle üst kattaki tahta zeminli salonda çıkardıkları sesler ayrıydı. Şu satırları yazarken bile o nalınların çıkardığı farklı sesleri duyar gibiyim.

Aile evinin avlusunun beton zemini sıcak yaz günlerinde sulanır, serinletilirdi. Avludaki tulumbayla kuyudan çekilen su kovalarla doldurulur. Avlu evin genç üyeleri tarafından serinlemek için boydan boya yıkanırdı. Ben bu Avlu yıkama görevini en fazla yapanlardandım.
Avlu yıkanınca ıslanan zemin tehlikeli olurdu. Nalınlarla ıslak beton zeminde yürümek hayli zor olurdu. Yere dikkatli basmak gerekirdi. Islak zemin eski, altı yıpranmış tahta nalınların kaymasına sebep olurdu. Peki, düşen olmaz mıydı? Olurdu, en çok da yaşlılar kayıp düşerdi. Nalınların altı eskidikçe yenisini almak gerekirdi.
Aile evinin yaşlılarından Veli Dede para verip Hatuniye Camisi’nin duvarına sergi açan seyyar nalıncıya gönderir, nalın aldırırdı. İşte o nalıncının fotoğrafını Alsancak Sevgi Yolu’ndaki Pınar Kitabevi’nin sahibi, değerli arkadaşım Muzaffer’in koleksiyonunda görünce içim bir tuhaf oldu. Adeta 1960’lı, 1970’li yıllardaki hatırlarıma seyahat ettim.

İzmir İl Müftülüğü’ne 150 metre uzaklıktaki caminin duvarlarında çatlaklar meydana gelmiş, onarıma ihtiyacı var. Ve en önemlisi, bahçesi devamlı bit pazarına dönüştürülmüş sanki. Buralarda pek çok başıbozuk kişiyi görmek de mümkün.
Camiye bakan tarihi Dönertaş Sebili de bu yıpranmadan nasibini almış durumda. Halen zarar görmeye devam eder gibi. Sebilin bir fotoğrafını çekeyim deseniz, önüne konuşlanmış seyyar satıcıdan tepki görmeniz işten bile değil.
Meydan sebze pazarı gibi. Tabii semtte Suriyeli esnaf sayısı da çoğalmış, tabelalar ve duyurular Arapça. Sanki Halep çarşısı… Bu tarihi semtin, Konak Belediyesi hizmet binalarına 300 metre uzaklıkta olduğunu belirtelim.
Araplara kına ve isot (acı biber) satan esnaf, eski “tek tekçi” meyhanelerinden ziyade iyi iş yapıyor. Kent yöneticilerinin bu tarihi semtte iyileştirme çalışmaları yapması gerekir. Bu caminin bahçesi bit pazarına dönüşmüş haldeyken bir de gece pazarı düzenleneceğini duydum. Bence hiç uygun değil?
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.