Aylin Telef
Makine Mühendisi / Fotoğraf Sanatçısı / Gezgin
Ayşegül (*) ve ben fotoğrafa gönül vermiş iki arkadaşız.
Her şey bir sonbahar günü -sanırım geçen yılın Kasım ayıydı- “Şubat’ta Kars’a gitsek mi?” sorusu ile başladı. Kars’a İzmir’den direkt uçuş olduğunu biliyorduk. Araştırmaları yaparken sosyal medyada Doğu Ekspresi ile Kars’a seyahat yazılarını okuduk. Ve orada şimşek çaktı, “Neden olmasın?” dedik, heyecanlandık. “Kalkış / varış saatleri nedir, nerelerde duraklar?” diye sorarken kendimizi TCDD’nin çağrı merkeziyle konuşurken bulduk.
Ama yolculuğa çıkmak öyle kolay değildi. Ne yazık ki TCDD biletleri ancak yolculuk tarihinden 15 gün önce satışa sunuyordu. Önceden almak ya da rezervasyon yaptırmak gibi bir şansımız yoktu. Sondan başladık programa. Kars/İzmir dönüş uçak biletlerimizi aldık önce. Tabii büyük risk. Gidişi de İzmir/Ankara biletleriyle tamamladık. Ve heyecanla beklemeye koyulduk, kararlaştırdığımız tarihten 15 gün önce tren biletlerini almak için.
Bu arada boş durmadık, Kars’taki programımızı yaptık, hangi tarihlerde nereye gidip nerde kalacağımızı kesinleştirdik. Tren biletleri dışında her şey planlanmıştı.
Agatha Christie’nin 1933 yılında İstanbul’da Pera Palas Oteli’nde yazdığı “Doğu ekspresinde cinayet” romanı aklımıza geliyordu. Okuduğumda sanırım ortaokul sıralarındaydım. Cinayet romanlarını seven biriyim. Tren yolculuğumuzda sanki romanı yaşayacakmışız gibi geldi. Öyle hayal ettim. Hatta, “Sana bu romana uygun sahneleri yaşatacağım” gibi esprilerim karşısında Ayşegül’ü çıldırtacak kadar ileri gittiğimi de söylemeliyim.
Tren biletinin ne gün satışa çıkacağı tam belli olmadığı için tedirgindik. İnternetten takip edip durduk biletin satışa çıkma zamanını… Ve nihayet o gün, tren biletlerinin satışa sunulacağı gün geldi çattı. O sabah online satışa çıkan tüm yataklı vagonların ve kuşetli vagonların satıldığını, sadece pulman koltuklu vagonlarda yer kaldığını öğrendik. Şaşkınlığa ve büyük hayal kırıklığına uğradık.
Biletlerin satışa çıktığı anda satılması olası değildi. Devlet Demiryolları’nı aradığımızda, bir tur şirketinin dilekçe verdiğini ve koltuklu vagon dışında tüm vagonları “kapattığını” öğrendik. “Nasıl olur? Bu haksızlık” diye söylendik. Bu, bireysel yolculuk yapmak isteyenleri hiçe saymaktı. 25 saat koltuklarda yolculuk… Zorlu bir yolculuk olacaktı, ama olsun, yola çıkmıştık bir defa, yapacak bir şey yoktu.
Biletlerimizi koltuklu vagondan aldık. “Hiç değilse iki koltukta yatarız” diye iki kişi olmamıza rağmen dört koltuk aldık. Çok bozulmuştuk. Hep söyleniyorduk, ama yine de durmadan bakıyorduk online satış ekranına.
Ertesi gün baktığımız an, kuşetli kompartımanların olduğu vagonda dört boş yer olduğunu gördük. Hemen arayıp farkları verip bileti değiştirmek istediğimizi ilettik. Kompartıman yatağa dönüşen dört koltuktan oluşuyordu. İki kişi olmamıza rağmen, yine dört kişilik yer aldık ve bir kompartımanımız oldu.
Ankara’dan trenimiz 18.00’de kalkacaktı. Ama Ankara Tren Garı’ndan değil, Kırıkkale – Irmaklı istasyonundan.
Salihli’deki projemiz sırasında tanıştığımız Salihli Tren İstasyonu Şefi’nin önerisiyle fotoğraf çekimleri ve röportajlar için Devlet Demiryolları’na dilekçeyle başvurduk. Doğru bir yol izlediğimizi düşünüyorduk. Sonradan pişman olsak da…
***
Tren dizisinde üç çeşit vagon var. Yataklı vagonlardaki kompartımanda iki yatak, lavabo ve yemek masası var. Kuşetli vagonda; yani bizim aldığımızda dört koltuk bulunuyor. Hepsi açılınca yatak olabiliyor. Üçüncü çeşit vagon ise pulman koltuklu, 2+1 şeklinde, arada koridor olan…
Yolculuk programını tamamlanıp hazırlıklara başladık. Listeler yapıldı; alışveriş, termal giyecekler, kar botları… Beklediğimiz gün geldi çattı. Saat 12.00’de kalkacak İzmir – Ankara uçağına binmek üzere Adnan Menderes Havalimanı’nda buluştuk.
Tabii Ayşegül her zamanki gibi süprizlerle dolu. Gidiş serüvenimizin kısa filmini yapmaya karar vermiş. Sabahtan çekimlere başlamış, senaryo tamam.
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.