Ah, keşke…

Olmaz ya, zamanı geri alsak…

Cumhuriyet Gazetesi’nin İzmir bürosunun kapısından içeri girdiğim güne, 1 Ekim 1984 Pazartesi gününe ve sonrasına dönsek…

Haberlerimize İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) mahrecini açtığımız günlere…

Hikmet Ağabey koltukta uzun oturuşuyla bir yandan can katmaya çalıştığı kolunu ovuştururken gözlüklerinin üzerinden kızgınmış, her an azarlayacakmış gibi baksa… Günlük yazılarının yanı sıra yıllara, çağına tanıklık etmiş yazarlarla yapılan röportajlarını kitaplaştırsa…

Barış Ağabey, bir yandan haberlerimizi düzeltirken bir yandan da gazetenin ana sayfasında yer bulacak ekonomi haberlerinin görüşmelerini yapsa…

Celal Ağabey ülke coğrafyasında ayak basılmamış yer bırakmasa. Birbirinden lezzetli, insana (ve birilerinin nasırına) dokunan, cesur röportajlarıyla ezilen halkların, kesimlerin sesi olsa…

Türey darbe sonrası normalleşmeye ve demokratikleşmeye çalışan ülkede siyasetin ve yerel yönetimlerin nabzını tutmayı sürdürse. Renkli televizyon fiyatının bilgisayardan pahalı olduğunu ondan öğrensek…

Asuman üniversite kampüsünden bilim haberlerini taşısa, YÖK baskısı altında ezilen bilim insanlarının sesi olsa. Saçının bukleleriyle oynarken çinko yetersizliğinin cinsel ve bedensel geriliğe yol açtığını anlatsa…

Hakan Caretta Caretta’ların yaşatılması için verilen mücadeleyi kaleme alsa, doğa, çevre ve ekonomi haberlerini yazarken daktilo sırası gözetsek… Akşam Nilgünler’de buluşsak, Erkut’u sevsek, Selçuk’la gitar – akordeon – vokal triosu yapsak…

Ümit Ağabey haberinde görsel malzeme eksikliği ya da gereksinimi olan herkesin yardımına koşsa… Yitip gitmekte olan alanları, mekanları, zanaatları, her şeyden önemlisi kenti ve insanı fotoğraflarıyla anlatsa…

Erdoğan Ağabey kültür – sanattan spora, siyasete uzanan yelpazede haberler yapsa. Hafta sonları futbol karşılaşmalarını yorumlasa… Altay’la golsüz berabere kalan Galatasaray’ın birinciliği kaçırdığını anımsatsa…

Nüvit Ağabey sporun her branşında haber ve röportajlar yapsa. Spor karşılaşmalarına gitmeden Babı-Ali’de bir tek atsa. At yarışlarındaki sıkıntıyı haberinde “4. Feride neden kaldı geride?” diye sorarak dile getirse…

Handan kültür – sanat dünyasından insanlarla röportajlarını, haberlerini paylaşsa. Mesela “Tiyatronun büyüsünden” söz etse… Haftanın sanat çizelgesini oluştursa…

Bana gelince…

Gece ya da gündüz çalışsam…

Karanlık odada kaldığım süre kadar hiposülfit kokusu sinse üstüme…

Yazı ve haberleri geçerken teleksçi Refik Amca’nın yokluğunu aratmamaya çalışsam…

Yorgunluktan uyuya kalan Sabriye Teyze’nin yerine çayları dağıtsam, boşları toplasam…

Sendikasız, sigortasız olsam da İzmir’den Aydın’a, Salihli’den Söke’ye; nerede işçi sorunları varsa gitsem, söyleşsem, fotoğraflasam, haberleştirsem.

Orman yangınını fotoğraflamaya çalışırken ölümle burun buruna gelsem…

Hafta sonu statlarda, salonlarda spor karşılaşmalarından bir diğerine koşsam…

Dert etmem, yakınmam inanın…

Her birimizin bir yana savrulmuşluğuna, hele Hakan’ın yersiz, anlamsız ve gereksiz tutsaklığına üzüldüğüm kadar üzülmem…

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın