Ben bu sözlere takıldım

Herkes, ayrımsız herkes, hepimiz “konuşuyoruz”…

Durmadan, dinlenmeden ve dinlemeden “konuşuyoruz”…

İşi “konuşmak” olmayanlar bile sürekli “konuşuyor”…

Bir “gürültülü” hafta bitiyor diğeri başlıyor.

Dün “doğru” denilenler bugün bu kadar “yanlış” olduysa ne diyebiliriz?

Hırsızlıklar, adaletsizlikler, haksızlıkların üzerine gidileceğine, “oy” veren yurttaşların gelecekleri aydınlatılacağına sürekli bir “gürültü”…

17 Aralık’tan beri duyduklarımız, okuduklarımız, gördüklerimiz “normal mi”?

Sanki Türkiye’de sadece “AKP” ile “Cemaat” denilen iki “grup” var?

Yatıyoruz, kalkıyoruz bu iki grubun artık ciddi olarak “sıkan” itham ve şarlamalarına tanık oluyoruz. Peki, bu iki gruba da dâhil olmayanlar?

Ya da bu iki gruba da “sadece menfaat” yönünden yaklaşmaya çalışıp, el etek öpecek kadar alçalıp, şimdi de “tribünde” oturup hiçbir şey olmamış gibi yapanlar?

Gördük işte “büyük” iş dünyasının aslında ne kadar “ruhsuz” ve “duygusuz” olabileceğini. Ama normal değil mi? Kapitalizmin vicdanı, insafı, inancı, duygusu, sevgisi var mı? Vardır belki lakin sadece “kazanma” varsa arada!

Örneğin “dün” Hurşit Tolon Paşa ile görüşmek için “fırıldaklık” yapanlar, Hurşit Tolon Paşam “zindana” girince “Hoca efendinin” elini öpmek için THY’den bilet arayışına girmiş midir? Anlıyoruz ki girmiştir!

Amaç sadece “menfaat” olunca geride ne kalırsa kalsın “teferruat” oluyor işte.

28 Şubat sürecinde Çevik Bir’e “meydan” düzenleme fikrinin altında ne olabilir ki? Kapital meclislerinde Çevik Bir’i “Cumhurbaşkanı” yapmak isteyenlerin içinde bugün mesela İzmir’de AK Partili Binali Yıldırım’a “kurtarıcı” diye bakan yok mu?

Geçen hafta AKP Meclis grubunda Başbakan Erdoğan’ın konuşmasında bir bölüme takıldım fena halde:

“Bugün artık geçmişteki bazı yargılamaların da üzerinde çok büyük soru işaretlerinin oluştuğunu daha net olarak görüyoruz. Sahte ihbar mektuplarıyla, yasadışı dinlemelerle, sahte delillerle tasarlanmış ve ayarlanmış bir kısım yargı mensuplarıyla insanların nasıl mahkûm edildiklerini bugün çok daha belirgin şekilde görebiliyoruz. Bütün bunlar hukuk, adalet saikiyle, vicdan saikiyle değil, tamamen örgüt saikiyle yapılıyor. Bununla ben yargının tümünü asla zan altına alamam. Bunun içinde yürütme de var. Bunlar müşterek yapılıyor, bir dayanışma içerisinde yapılıyor.”

Bu konuşmayı internette de bulabilirsiniz.

Bu satırları her okuyuşta da “olmaz bu kadarı da” diye haykırıyorum ruhumla… Türkiye Cumhuriyeti, sınırları cetvelle çizilmiş, uyduruk bir sömürge devleti mi? Şu son yıllarda zindanlara atılan vatanseverlerin ahı elbet tutacak birilerini…

Türkiye’nin 2002 yılından beri “başbakanlığını” yapan söylüyor bu sözleri.

O yargılamaların alayına naçizane karşı çıkmış bir gazeteci olarak, bulunduğum dar çevrede nasıl itham edildiğimi nasıl anlatacağım? Zindanlarda adeta ölüme terkedilmiş bilim insanı Hilmioğlu’nun ahı elbette tutacak, elbette.

Başbakan Erdoğan zindanlarda “haksız” yere tutulanların uğradığı zulmü gerçekten biliyor mu yoksa bunca “yolsuzluk hırsızlık” söylentisini örtmek için mi böyle konuşuyor ayrıca tartışılabilir. Ancak bir Başbakan zindanlarda “uyduruk ve sahte delillerle” tutulan yurttaşları söylüyorsa derhal gereğini yapmalı. Daha fazla “beddua” almak istemiyorsa derhal “özgürlük” haklarını “itibarlarını” iade için “gereği” neyse yapmalı.

Hem de derhal!

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın