Arka Sokaklar’dayım, “gitmek mi” var kaderde?

Polisiye dizileri pek severim. Zamanım varsa, o anlar kitap okumak gelmiyorsa içimden, yerli ya da yabancı ama mutlaka polisiye film izler ve tuhafınıza gitmesin ama dizilerde izlediğimle “gerçek yaşamı” örtüştürmeye uğraşırım.

Saçma mı geldi size?

Yıllardır yaparım bunu aslında…

Kanal D’de artık Cuma akşamları yayınlanan “Arka Sokaklar” dizisi de, yıllardır izlediğim bir film. Dizideki çocuklar büyürken ben de yaşlandığımı hissediyorum. Bazen acayip kızıyorum diziye. Özellikle de gazetecilere karşı tutumları hiç hoşuma gitmiyor.

Lakin son bölümünü izlediğimden beri “arka sokaklar” zahmetini ve bedelini “gerçekle” bire bir örtüştürdüm. Hatta diyebilirim ki ilk kez bu kadar da başarılı oldum kendimce.

Son bölümde bir ilçe belediye başkanının yeğeninin bir belediye müdürüyle ortaklaşa yürüttüğü kanun dışı olaylar ve bu olayların üzerine giden Emniyet Amiri Rıza ile ekibinin yaşadıkları vardı. Ama “final” tam anlamıyla dizinin adıyla gerçek yaşamı birleştirdi.

Emniyet Amiri Rıza ve ekibi, bu bölümün sonunda, o belediye başkanının yeğeninin ne denli tehlikeli bir “pislik” olduğunu kanıtladı, yeğeni ve işbirlikçilerini yakaladı. Ama ne yazık ki “Rıza Amir” başka bir birime tayin edildi…

Yani?

Yani “Arka Sokaklar’ın” Rıza Amir’i “kibarca sürüldü”!

Muhtemelen o “yeğen de” iktidar partisine mensup bir belediye başkanının yeğeniydi.

İşte budur!

Eğer işiniz “Arka Sokaklar” ise…

Eğer işiniz “fakir fukara, garip guraba” ise…

Eğer işiniz sadece servetine dayanarak “güç” gösterisi yapan arsız muhterislerle uğraşmak ise mutlaka ödeyeceğiniz bir bedel vardır.

Bu tüm mesleklerde böyledir…

Ya öldürülürsünüz…

Ya sürülürsünüz…

Ya tayin edilirsiniz…

Ya iftiraya kurban giderseniz…

Ya da tehdit, şantaj ve kahpelikle karşı karşıya kalıp yapayalnız, ailenizi, sevdiklerinizi düşünür çekilirsiniz…

Eğer işiniz “arka sokaklar” ise, hayat size sadece iki yol gösterir…

Birinci yol “bedel ödemeye” baştan eyvallah demek ve yürüyebildiğince yürümektir.

İkinci yolsa, birkaç adımdan sonra “tek başına” kalıp, “hay senin encamına” deyip kenara çekilmektir.

Tabii arada “arka sokaklardan” ya da “yukarı mahalleden” ön sokaklara veya aşağı mahalleye “taşınmalar” vardır ama onlar da öyle sanıldığı gibi çokça değildir…

Bugün dünya hala dönüyorsa belki de ulu yaratıcı, “bedel ödemeye” başta eyvallah diye yürüyenlerin yüzü suyu hürmetine döndürüyordur dünyayı!

İktidar hangi parti olursa olsun değişmeyen tek şey budur.

Asla “sermaye” ve “çıkar” güçleriyle uğraşmayacaksın. Çünkü “o güçler” az ya da çok “iktidar olanla” işbirliği içindedir. İster hükümet ister belediye hatta köy muhtarlığı bile olsa gözünü çıkar bürümüş güçler eğer çatışma içine girmezlerse, zalimliklerinin bedelini mutlaka bu dünyada da öderler. Başlarına hiçbir şey gelmese de, “mutlak son” yaklaştığında, ilahi hesaplaşmayı mutlaka yaşarlar. Sağlıklı ve gençken “astığı astık kestiği kestik” niceler, yaşlandığında yakalandığı bir hastalıkla ya “haşlanmış patatese” talim ederler ya da illa ki çekilmesi güç acıları yaşayarak ruhlarını teslim ederler.

Bunları neden yazdım?

İzmir’e bakıyorum da, ne kadar çok “güç” grubu var…

Ne kadar çok “çıkar” grubu var…

Velhasıl ne kadar çok “zalim” var!

Hepsi de besili, sağlıklı, itibarlı, zengin ve güçlü…

Hepsi de kaliteli elbiselerinin içinde “adam” edasıyla hareket ediyor…

Saygı görüyor, korkuluyor…

İzmir yahu Türkiye’yi düşünüce kaşık kadar kent…

İnşaattan siyasete, sağlıktan bürokrasiye her alanda “baron” gibi yaşıyorlar…

Kimse ses çıkaramıyor…

Kimse karşı çıkamıyor…

Karşı çıkanlarsa derhal “bedel ödemeye” naklediliyor…

Arada istisnalar çıkmıyor mu?

Elbette ama onlar zaten “gök kubbeden hoş sada bırakanlar” yahu, onlar da olmasa zaten bu yazı da yazılamazdı. Çünkü onlar, bulundukları türlü pisliklere şahit olarak “temiz” kalabilen az sayıda değer…

Ama sonuç da değişmiyor…

Film olmasına bir film lakin Arka Sokaklar’daki Rıza Amir, doğru bir iş yapıp, toplumu bir asalak pislikten kurtardı diye ödül görünümlü bir cezaya çarptırıldı.

Tıpkı gerçek hayatta, yurttaşlarını her türlü sömürüden ve tehlikeden korumaya çalışan ve ne yazık ki az sayıdaki gazeteci, polis, memur, siyasetçinin ödediği bedelle karşılaştı Rıza Amir. Daha fena bir bedel de olabilirdi…

Öyle çok mükemmel biri değilim. Sıradan bir yaşamım ama kocaman bir yüreğim var çok şükür. Ve bu yürek sadece insan sevgisi için çarpıyor.

Gök kubbede “hoş sada” bırakır mıyım bilmiyorum…

Lakin son bir hafta içinde kulağıma gelen bazı “nahoş” duyumlar, beni bu yazıyı yazmaya itti.

Allah bilir ya, belki de www.kentyasam.com köşemle ben de tarihe bir kayıt bırakıyorum ŞU AN!

2012’nin son yazısı…

2013’de olur muyum bilemem…

Ama yeni yılın ilk yazısını yazabilirsem, konum yine arka sokaklar, yukarı mahalle olacak.

Çünkü ben “oralıyım” ve kocaman bir onur duyuyorum!

Yani?

Yani “çıktığım kabukla” gurur duyup haykırıyorum!

Ey densizler, çıkarcılar, kan emiciler, arsızlar, emek ve ekmek düşmanları…

Ey o pahalı elbisesinin içinde “adammış” gibi duran lakin insanlıktan zerre nasibini alamamış şeytan ortakları!

Bu dünya kime kaldı ki size kalsın?

Nasılsa “gideceğimiz” yer aynı…

BEN BİLİRİM SİZE ORADA NE EDECEĞİMİ!

Şimdiden mutlu, sağlıklı, kazançlı bir yeni yıl diliyorum canım okurlarım.

Bana katlandınız, zahmet edip satır satır okudunuz, zahmet edip düşüncelerinizi paylaştınız.

Hepiniz Allah’a emanet olun, kibirden ve şeytandan, aman diyeyim, uzak durun.



Not: Noel Baba’ya da Nasrettin Hoca’ya da selam olsun, ikisi de bu toprakların değeri. Ayrım yapanlara da gıcığım, istismar edenlere de, bilesiniz…

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın