Ray Bradburynin Fahrenheit 451 isimli kitabının arka kapağında böyle yazar.
Amerikalı Ray Bradbury, 2012nin haziran ayında öldüğünde yanılmıyorsam doksan bir yaşındaydı ve ardında mühim eserler bıraktı. Tartışmasız Bradburynin şaheseri Fahrenheit 451dir. Okumayanlara şiddetle tavsiye edilir.
Roman bizi distopik bir dünyaya sokar; yoğurur, yorar, sarsar. Bir bilim kurgu romanıdır, ancak Fahrenheit 451i hangi coğrafyada, hangi ülkedede ve dolayısıyla hangi şartlar altında okuduğunuza göre durum değişir. Elin Amerikalısına başarılı bir fantastik kurgu olarak dimağda hoş anlar yaşatırken bir başka yerde yaşayan için durum farklıdır; (Burada ülke adı vermeyeceğim, okuyucu dilediğini yerleştirebilir.) kitabı yer yer okumayı keserek, cümleler üzerine uzun uzun düşünebilir, kısık gözlerle etrafına bakıp endişelenebilir; mümkündür.
Roman, adını, kitap kâğıdının tutuşma sıcaklığından alır. Otorite tarafından (Bahsi geçen otoritenin son derece faşist olduğunu bilmem hatırlatmak gerekir mi?) kitap okumanın yasaklandığı, evlerde bulunan kitapların itfaiye erleri tarafından yakıldığı bir dünyayı dillendirir Bradbuy. Kitapların insanları “mutlu olmaktan” alıkoyduğunu ortaya atan yönetim, neredeyse birer bitkiye çevirdiği insanların düşünmesini de bu şekilde engellemeye çalışır.
Bilgiye gerek yoktur. Bilgi insanları mutsuz eder. Televizyon iyidir. Televizyona bakıp durmak daha iyidir. Kitap kötüdür. Kitap okuyan insan düşünür. Düşünmek çok kötüdür. Düşünen insan mutsuz olur.
İnsanlara korku salınır. İktidarın parmağı sürekli sallanır. Korkan insanlar siner. Bir süre sonra mutlu olduğunu düşünmeye başlar; inanır buna. Evler basılır. Kitaplar yakılır. Üstelik kitap yakma eylemini görevi, yangın söndürmek olan itfaiye erleri yapar. (İtfaiyecileri kim sevmez ki?)
İktidar istediği gibi bir toplum yaratmayı korku salarak yapar, karşılığında sanal bir mutluluk verir. Herkes kendini mutlu hisseder, hissettiğini zanneder. (Hemen burada aklıma birkaç örnek geliyor: Misal; Hitler Almanyası. Adolf Hitlerin Alman halkından aldığı olağanüstü desteği anlamın bir yolu olabilir bu kitap. Evet, başka örnekler de geliyor elbette ama vermeyeceğim.)
Bradbury bize, hızlı yaşayan ve hızla tüketen, tüketmekten başka hiç bir şey düşünmeyen, televizyonun esiri olmuş, şiddettin her türlüsüne karşı tamamen duyarsızlaşmış bir toplum (Tanıdık mı geldi? Yok canım…) ile muazzam bir sansür ve sansür eleştirisi sunar.
Kitap bir yerinde şöyle fısıldar:
“Onları patlamalarına neden olmayacak bilgilerle doldur. Öyle lanet olası olaylarla tıka basa yap ki, kendilerini bilgileriyle gerçekten zeki hissetsinler sonra düşündüklerini hissedecekler. Hiç kımıldamadan hareket ettikleri hissine kapılacaklar ve mutlu olacaklar çünkü bu tür olaylar değişmez. Olayların bağlantılarını kurmaları için onlara felsefe veya sosyoloji gibi kaypak şeyler verme o zaman melankolik olurlar…”
Fahrenheit 451, 1953 yılında yazıldı. Bilim kurgu bir romandı. Yarım yüzyıldan fazla bir zamandır okunan kitap, korku imparatorluğu yaratmanın aslında hiç zor bir olmadığını, yanılsamanın gerçek gibi algılanması sonucunda neler olabileceğini sundu bizlere. (Anlayana elbette…) Düşünceyi tehdit olarak algılayanları anlatan roman, düşünceye karşı korku duyan bir iktidarın nasıl olabileceğini gösterir. Düşünmeye zorlar insanı…
Romanın başkahramanı Guy Montag içinde durum böyle gelişir. Montag ekmeğini kitapları yakarak çıkaran bir itfaiyecidir. Komşusu Clarisse ile yolları çakıştığında kitap okumanın tadını almaya, okudukça daha çok okuma ihtiyacı duymaya dolayısıyla düşünmeye başlar. Düşünmeyen insanların mutlu olacağı savını terk edip yeniden şekillenir. Eski günleri uzaktır ona, kaçınılmaz bir gerçeklikle isyankarların arasına katılır. Mutlu bir maşa olmayacaktır!
Kitap son sayfasında şöyle der:
“Her şeyin bir mevsimi vardı. Evet. Yıkmanın bir zamanı. Evet. Susmanın bir zamanı ve konuşmanın zamanı. Evet, bu kadar.”
Romanın 1966 yapımı François Truffaut tarafından sinemaya uyarlanmış bir fimi de var ama bence önce ve mutlaka kitabı önce okuyun. Filmin DVDsini bulabilirsiniz. Kitap ise İthaki Yayınları tarafından 2010 yılında üçüncü kez basıldı. Evet, evet o İthaki Yayınları 23 Mart 2011de çıkmamış bir kitap nedeniyle polis baskını yapılan yayınevi. (Bu açıklamanın yazının konusu ile bir ilgisi yoktur. )
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.