Kesinliklikle olacaktı bu. O gün gelecekti… Oğlum, aydınlık gözlü gelinim ve torunlarım arasında evde, bahçede şen kahkahaların arasında dolaşacağım günlere hazırlanmam gerekiyordu. Konuşuyordum kendimle:
İste, düşün, çabala, sabret, gayret… Yapabilirim, yapabilirsin. Yıllarca, ‘Dayan yüreğim, ha gayret’ diye diye atlatmadım mı onca badireyi? Hep bu yorgan altı düşleri değil miydi gelecek güzel günler inancını pekiştirdiğim mekan!
Yok öyle, bunu atlatırsak herşey güzel olacak diye bir şey!
Acısız bir hayat yok düşünen insana. Her şeyin düzelmesi kendi elimizde olsa ne güzel olurdu. Yeryüzünde yok öyle bir şey, yok öyle pürüpak gelecek! Gün gelecek sözümüz paçavraya dönecek, sevgimizi elinin tersiyle itecek birileri, ayaklar altında ezilecek gururumuz, fikrimize inanmayacak bir başkası…
Gözümün içine bakmayacak birgün sevdiğim insan, yüz çevirecek uğruna ölümlere gittiklerim, elime değmeyecek vefanın eli, birlikte oturduğumuz sofradaki yemeğin lokmaları geçmeyek boğazımdan korkusuzca…
Olsun! Bırakmak yok kendini.
Yalnızlık yağlı bir urgan gibi dolanıyor boynuma. Ayaklarım buz kesiyor. Korku yorganın altına sızmak istiyor. Beyaz bir bahçe duvarı düşlüyorum hemen. Sırtımı yaslayıp duvara, toprağa oturuyorum. Dokunuyorum, toprak sıcak. Yorgan gibi toprak. Ellerimle kazıyorum, avuçlarıma dolduruyorum. Ayağa kalkıp yürüyorum sonra…
O tarihte duvarlara asılan sokak afişleriyle aranma nedenim, yasal olarak kurulmuş kadın örgütünün (İKD:İlerici Kadınlar Derneği) İzmir Şube Başkanı olmamdı.
Bu dernek gibi bazı sendika ve gençlik örgüt yöneticileri için ilegal partinin yan kuruluşu iddiası ile tutuklama kararı çıkartılmış, yakalanmaları için Ankara Emniyeti içersinde kurulmuş DAL (Derin Araştırmalar Laboratuvarı) adlı işkence merkezi devreye girmişti.
Örgütümüz dağılmıştı, tüm arkadaşlarla bağımız kesilmişti. Kimisi işkencecilerin elindeki falakalarda, kimisi kayıplar listesinde…
Aradıklarını bulamadıkları zaman, arananın yakınlarının evlerine baskınlar yapılıyordu. Bulamadıkları çocukları yerine yaşlı anne babalar karakollara götürülüyor, işkenceden geçiriliyordu. Bizde de öyle oldu. Beni bulamayınca hiç bir şekilde politikaya bulaşmamış ağabeyimi götürmüşler, 20 gün boyunca yapmadık işkence bırakmamışlar.
Fitne meraklısı bazı kimselerin yengeme, “Nedir bu görümcenin yüzünden başınıza gelenler?” diye yaptıkları kışkırtmalara rağmen, tersine ailenin ve hatta konu komşun daha da birbirine kenetlendiği arka çıktığı bir dönem yaşanmış. Hapishane önlerinde, mahkeme koridorlarında, kaçak evleri mahallelerinde…
Aileden ve arkadaşlardan kimsenin bilmediği bir yerde bir süre olanları izlemeye karar vermiştik eşimle. İşkencecilere teslim olmayacaktık. Kaçacaktık. Kendi başımızın çaresine bakmalıydık. İzmir’i terkedip İstanbul’da kızkardeşimin kayınvalidesinin evine sığınmak için yola çıktım. Altı yaşındaki oğlum ve babası İzmir’de kalmıştı…
Saçlarımı sarıya boyamış, öndüle yaptırmış, şıkıdım giyim tarzı ile afişteki kadından oldukça farklı bir görünümü sağlamıştım kendime. Sokağa çıkmak zorundaydım çünkü. Oğluma ve eşime kavuşmak için ev bulmak, çalışmak, para kazanmak zorundaydım.
Sıkıyönetim koşullarında riskleri göze alıp bana kapısını açan, hiç tanımadığım ev sahibini rahatsız etmemek için her gece erkenden odama kapanıyor, yorganın altında sabaha kadar ağlıyordum. Oğlum, oğlum!
Her yenilgi, her acı sonrasında yorganın altında gözyaşlarından yaptığım okyanuslarda yüzüyor yüzüyor bir kıyıya yanaşıyordum. Üşümüş ellerimle toprağa tutunup, karaya çıkıyordum. Sonra yine yoluma devam ediyordum, ellerimle kazıyıp avuçladığım bir tutam sıcak toprakla…
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.