Sizin en büyük sorununuz samimiyet bana kalırsa. Bize karşı değil, kendinize duyduğunuz samimiyetten söz ediyorum. Samimiyet olmayınca, bıraktığı boşluğu yalan, iki yüzlülük, cahillik, bencillik ve şiddet alıveriyor.
İşinize geldiğinde Dur bakalım, sen daha çocuksun!, işinize gelmediğinde Koca adam oldun! diyorsunuz örneğin. Bu beni karıştırıyor, gözünüzde ne olduğumu anlamakta zorlanıyorum. Hep bir şeyler öğretmeye çalışıyorsunuz, ama bir şeyler öğrenmek için, hiç çabalamıyorsunuz. Bana yapma dediğiniz her şeyi, sonuna dek siz yapıyorsunuz. Güzel konuşmamı, kaba davranmamamı söylüyorsunuz söz gelimi ve aradan iki dakika geçmeden küfür ediyorsunuz, gözleriniz yerinden çıkacak gibi oluyor, boyun damarlarınız şişiyor, kavgaya hazırlanıyorsunuz.
Ne yazık, bazen gözümün önünde dövüşüyorsunuz. Anneme saygı göstermemi istiyorsunuz, oysa ben onu saygıdan öte, önce severim. Ama siz başkasının annesine küfür ediyorsunuz. Olmadı, annemi incitiyor, dövüyorsunuz kolaylıkla. Renginden, dilinden, inancından, cinsiyetinden dolayı, başkalarını kolaylıkla aşağılarken, bana rengimi, dilimi, inancımı, kökenimi sevmemi öğretmeye çalışıyorsunuz. Çocukluk demokratlıktır, neden biraz çocuk olmayı denemiyorsunuz?
Kitap oku diyorsunuz, elinizde bir kitap bile görmüyorum doğduğumdan beri. Yalan söyleme diyorsunuz, sürekli yalanlarınıza tanık oluyorum, nasıl olacak bu işler? Benimle övünmek istiyorsunuz, ama benim de sizinle övünmek isteyebileceğimi düşünmüyorsunuz.
Sanıyorum, çocukluk ve gençlik dönemlerini bir dert olarak görüyorsunuz. Bir an önce atlatılması gereken bir dert. Korkularla, sınavlarla, başıma gelebilecekleri anlatarak, atlatabileceğimi sanıyorsunuz. Düşündüklerimin, söylediklerimin, yaptıklarımın sonucunu, benim için değil, kendiniz için düşünüyorsunuz. Beni bir etiket, toplumda kabul görmeniz için bir vitrin süsü, alkışlanmak için yaptığınız bir sirk numarası gibi görüyor, tasarlıyor ve yönlendiriyorsunuz.
Tek eksiğiniz şu, benim bunları isteyip istemediğimi bana sormuyorsunuz. Size de sorulmamıştı çünkü. Çocukluğunuzda size yapılmasından hoşlanmadığınızı, bugün siz bana niye yapıyorsunuz? Dedim ya, sanıyorum sizin en büyük sorununuz samimiyetsizlik. O yüzden hep ciddi, hep karamsar, hep buyurgan ve hep kabasınız. Bütün bunları ne yiyecek, ne giyecek, ne de armağanlar gideremiyor. Kendinizi kandırıyor, benim de kanacağımı düşünüyorsunuz.
Geçenlerde tiyatroya, bir çocuk oyununa götürdüler bizi. Doğrusu, tiyatro buysa, bir daha gitmek istemem. Özensizdi, kötüydü, hiç eğlenemedim. Yine öğüt vermeye çalıştılar, ders almamızı istediler. Çevreyi biz koruyacak, savaşları biz sona erdirecek, hastalıkları yok edecek ve dünyayı şahane bir hale getirecektik. Yani nehirleri kirleten fabrikaları kapatmamızı, uçakları tankları ortadan kaldırmamızı, ne kadar hastalık varsa iyileştirmemizi istediler. Bizden, yani ilkokul üçe giden çocuklardan! Hemen, şimdi ve tiyatroda! Oyunun sonunda, tüm kötülüklerin ortadan kalktığını söylediler. Yani yalan söylediler ve inandığımızı sandılar. Yazık.
Yazarınız, toparlamamı istiyor, köşesi bitiyormuş.
Bugün 23 Nisan. Arkadaşımız Atatürkün biz çocuklara armağanı. Ben bugün sizlerden bunu işitmek değil, bize verilen armağanı nasıl taşıdığınızı görmek isterim. Ben bir çocuğum, ben yalnızca gördüklerime benzerim. Yani, siz bugün neyseniz, ben de yarın öyle olacağım. Yazarınız bir gün çağırırsa, gerisini de anlatırım…
Dedi ve gitti.
Samimiydi, samimiyet istiyordu, söylediklerinin virgülüne bile dokunamazdım.
…
(Bu yazı, 23 Nisan 2012de, yazarın Cumhuriyet Gazetesi Ege Bölge Ekindeki PATİKA köşesinde de yayınlanmıştır.)
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.