Dünden bugüne İzmir’deki herkesin Kemeraltı üzerine kalem oynatıp kelam eylediğini dikkate alacak olursak, bugün neden hala sorunların çözülemediği sorusuna yanıt bulamayız. Bulamayız çünkü onca kalem ve kelama rağmen Kemeraltı’nın otantik haliyle canlandırılıp bir İzmir değeri haline gelmesini ne devlet istiyor ne de İzmir’in muhteremleri. Ağır bir iddia hatta itham bu, biliyorum. Biliyorum ama kellem pahasına haykıracağım.
Yatırım ya da yatırımcı diyorum demesine lakin samimi değiliz.

Sıradan ve zavallı yalnızlığımın zaman zaman alay konusu olduğunu bile bile, sadece tarih önünde yargılanmak istemiyorum.
Vadesini bilemeyeceğim bir zamanda göçüp gittiğimde istiyorum ki, beni gerçekten tanımış birileri hatırladıklarında “Fatiha” okusunlar… Yolları kabrimin önünden geçenler, mezarıma tükürmesinler…
En azından bir kişi bile olsa gelecekte, deyiversin “samimi adamdı, doğru bildiğini söyledi, duygusuna hesap katmadı…”
Lakin ne çare ki dikkate alınan bir mecrada değilim…
Ben size Bosna’daki “Baş çarşı” ile bizim Kemeraltı mukayesesini yapacaktım bugün…
Lakin bir telefon geldi ki sormayın gitsin…
Telefon eden kim, Kemeraltı ile ilgisi nedir yazmam, çünkü önemli değil… Sadece şunu bilin ki Kemeraltı’nda geçmiş tüm hayatı. Neler olduğunu, neler yaşandığını Vali Bey’den daha iyi biliyor…
Cumartesi günü lokma döktürerek kapanmış 58 yıllık Hacılar mağazası…
İzmir Kemeraltı’nı “yatırımcıya” verip “uçurmaktan” bahsedip toplantılar düzenleyenler ne biliyor bu konuda acaba?
Yazamam millet… İnanın öldürürler…
O mağazanın sahibesinin derdine deva olamamış, belki de olmamış devlet…
Onca taciz ve tehdidi duymamış mı devlet?
Ya onca zabıta, belediye falan?

İnanın sadece “duyduklarımı” yazsam anında “kafama” sıkarlar da kimse bir şey demez belki de “kurtuluş helvası” kararlar bile…
Lakin benim duyduklarımı kent yöneticilerinin duymaması mümkün mü? İzmir’de Polis, Adliye, MİT falan yok mu yani?
Yazacak çok…
Tartışacak çok…
Ama birliktelik, diyalog, iletişim, samimiyet yok!
İzmir’de “sevgi” yok sadece çıkar var artık… Ve ne yazık ki o çıkara ulaşmak için her yol mubah…
Mesela “dün” bendenizden Hurşit Paşa ile irtibat yardımı isteyenler “bugün” tam tersi yollara çıkabiliyorlar… “Dün” beyaz eldivenleriyle “Evrenin ulu mimarına” yakaranlar “bugün” bir kelamda “Elhamdülillah” çekip cümlemizi “Allah’a emanet” edebiliyorlar…
İnanın ilgilenmiyorum…
Ama canım acıyor…
İnsan olmanın tüm erdemlerini ve farklarını nasıl bu kadar hızlı “şeytana” verebiliyoruz? Nasıl hayatı “sonsuz” görebiliyoruz da gerçekte “sonsuz” olan “mekânı” unutabiliyoruz?
Dünya yaşamındaki maddiyatı ve bu maddiyata giden yolu nasıl “sonsuz zamana” tercih edebiliyoruz?
Nasıl hayat denen “oyun” bitince “aynı kutuya” gireceğimizi unutabiliyoruz?
Ve iddia ediyorum: İzmir’i “Pompey’e çevirmek” için inanılmaz yöntemlerle çaba gösterenler var. Allah çocuklarımızı bu “Pompeycilerin” şerrinden korusun, yeter!
Önemli notlar:
Sayın Kemal Çolakoğlu ile Sayın Uğur Yüce’ye teşekkür ediyorum. Sanırım Kemal Bey’le bu hafta görüşeceğim ve sizinle de paylaşacağım.
Pazar günü yürüyüş olsun diye Bornova merkez ve çevresini dolaştım. Kahroldum. Fotoğraflayıp paylaşacağım. Vicdansızlık ve şeytanlık bu kadar mı tavan yaptı Allah’ım?
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.