Türkçe’yi ve Nazım’ı çok seven Rus Türkolog

Milliyet Gazetesi’nin 19.08.1965 tarihli sayısından “İzmir, Özel” mahreciyle yayınlanmış bir bir haber… 

”Fuar yarın açılıyor: Bu yılki fuarın parolası : Dünyada barış ve dostluk… 34. İzmir Enternasyonal Fuarı yarın saat 18.00’de Lozan Meydanı’nda yapılacak törenle açılacaktır… Bu yıl onuncu defa İzmir Enternasyonal Fuarı’na katılan Sovyet Rusya’nın pavyon Müdürü V. Hostorn Gornastayev düzenlediği basın toplantısında Sovyet ihracat mallarının Türk iş adamlarına tanıtılacağını açıklamış ve “Pavyonumuzda iki binden fazla çeşitli emtia teşhir edilmektedir. Ülkelerimiz arasındaki ilişkiler bu yıl özellikle geçen yıllara göre daha iyiye gitmiştir. Yıldan yıla artmakta olan Sovyetler Birliği ile Türkiye arasındaki ticaret hacmi 1965’de geçen yılın üç mislini bulacaktır” demiş.

Aynı gazetenin 22 Ağustos 1965 tarihli sayısının 5. sayfasında yer alan ilan ise bir davet niteliğinde…

“Sayın okuyucular sizleri İzmir Enternasyonal Fuarı’ndaki Sovyet Pavyonu’na davet ederiz. Pavyonumuzdaki herşey Sovyet halkının barış ve Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki dostluk münasebetlerinin kuvvetlenmesi için besledikleri en samimi arzularının birer ifadesidir…”

İletişim teknolojilerinin bu kadar yaygın olmadığı, demir perde ülkelerine hep mesafeyle yaklaşıldığı, perestroyka (yeniden yapılanma) ve glasnots (açıklık) kelimelerinin belki de sözlüklerde bile yer almadığı yıllarda en çok merak edilen ülkelerden birisidir Rusya. Bu demir perde ülkesinin kapısından başını uzatmanın en güzel fırsatlarından birisi ise İzmir Fuarı’ndaki pavyona gidebilmektir. İzmir Fuarı’nın 34.yılında Rus pavyonunda sarışın mavi gözlü ve Türkçe konuşan bir stant görevlisi dikkatini çeker ziyaretçilerin. Hatta, kimi gazeteler “Hem kendisi hem Türkçesi güzel” diye söz eder ondan. İzmir’e ilk defa 46 yıl önce gelen Galina Gorbatkina4dır sözü edilen hem kendisi hem Türkçesi güzel kız. Doç. Dr. Galina Gorbatkina geçtiğimiz günlerde Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi’ne katılmak için İzmir’deydi. Kültür ve Turizm Bakanlığı4nın davetlisi olarak İzmir4e gelen Gorbatkina, bugün Moskova Üniversitesi Asya ve Afrika ülkeleri Enstitüsü’nde Türkolog olarak görevli. 8. Milletlerarası Türk Halk Kültürü Kongresi’ne “Türk Halkının Folklorunda Yusuf ile Züleyha” konulu bir bildiriyle katılan Gorbatkina ile sunumu öncesinde görüştük.

Sabiha Tansuğ ile dostlar

Özdere’deki Paloma Pasha Otel’de düzenlenen kongreye 14 ülkeden gelen konuklar Türk Halk Kültürü’ne ilişkin birbirinden ilginç sunumlarını paylaşıyorlar bilim insanlarıyla. Araştırmacı Sabiha Tansuğ da “Gelin duvaklarının dili” konulu bir sunumla katılıyor kongreye. Sunumların arasında karşılaştığımız Tansuğ, beni bir hanımla tanıştırmak istediğini söyleyerek masasına götürüyor. Masada iki bayan var. Kendi aralarında Rusça konuşuyorlar. Sabiha Hanımın ilk tanıştırdığı bayan Galina Gorbatkina. Sarışın, mavi gözlü, zarif bayan, olanca zerafetiyle “merhaba” diyor. Diğer bayanın fizikçi ablası Yulian Gorbatkina olduğunu söylüyor. Benimle Türkçe konuşmasına şaşırıyorum önce. 

Sabiha Tansuğ, Dr. Gorbatkina ile 15 yıl önce yine bir kültür kongresinde tanıştıklarını ve o gün bu gündür dost olduklarını anlatıyor. “Komünistlerle konuşmanın tehlikeli görüldüğü yıllarda ben otelde Galina’nın odasına gider, sohbet ederdim kendisiyle. Sevginin dili, dini, rejimi olmaz” diyor. Dostunu bana tanıtırken, “Türkçe’yi öylesine seviyor ki, inan bizden çok çalışıyor. Kendisi Nazım Hikmet’le tanışmış, İzmir’de Rus Pavyonu’na gelmiş, hatta Türk radyosunda bile çalışmışlığı var” diye ekliyor bir çırpıda. Galina Gorbatkina öylesine güzel Türkçe konuşuyor ki, hayran kalıyorsunuz. “Bu Türkçe ilgisi nereden geliyor?” diye soruyorum kendisine, yanıtlıyor: “Çocukluğumdan beri doğu edebiyatlarına merakım vardı. Üniversitede Türkçe eğitimi aldım. Doğu Bölümü’nden Türkolog olarak mezun oldum. O yıllarda okuyanlar paralel olarak iki dili öğrenmek zorundaydılar. Türkçe ve Türkmence. İki dilim de çok iyiydi. Türkmence’den biraz uzağım şimdi, epeydir pratik yapmıyorum. Ama Türkçem iyi.” 

– Rusya’da Türkçe konuşabildiğiniz Türk dostlarınız var mıydı?

– Hayır, ne yazık ki ilişkiler o kadar iyi değildi o yıllarda. Ama çok iyi Türkçe konuşan öğretmenlerimiz vardı. Hatta birisi 20 yıl Türkiye’de yaşamış bir öğretmendi. Pürüzsüz bir Türkçesi vardı. Bu arada ben Türk Radyosu’nda da çalıştım bir ara. İki de kitabım var Nazım Hikmet ile ilgili .

– Nazım Hikmet’le hangi yıl, nasıl tanıştınız?

– Benim Nazım Hikmet’in piyesleri üzerine bir çalışmam vardı. Piyeslerini inceleyip bir kitap yazıyordum. Hocalarımız benden söz etmiş, piyesleri üzerine çalıştığımı söylemişler. “Gerekli görüyorsa gelsin, sorularını sorsun” demiş. Amacım Yusuf ile Menofis piyesinin metnini almak. Türkçesi yoktu elimde. Siz bunu Yusuf ile Zeliha olarak biliyorsunuz. Bu geleneksel adı. Nazım Hikmet’in piyesinin hakiki adı Yusuf ile Menofis. Menofis erkeğin adı. O başka türlü yorumladı bu öyküyü. Bir sentez yaptı. Kendisiyle 1962 yılında görüştüm, ölümünden bir yıl önce, evine misafir gittim.

– Heyecan verici olsa gerek, büyük şairle tanışmak…

– Efendim, o kadar mütevaziydi ki. Hiç yukarıdan bakma tarzı yoktu. Üniversiteyi bitirmiştim, beni tanıyan hocalarım görüşmek isteğimden söz edince, “Ne zaman uygunsa gelsin” demiş. O dünyaca ünlü, büyük bir şair. Ne zaman uygunsa… Yani o büyük şair bana “ne zaman uygunsa” diyor. Düşünün mütevaziliği…

– Kitabınızın ismi neydi? 

– Kitabım henüz Türkçe’ye çevrilmedi. Kitabımın ismi “Nazım Hikmet’in eserlerinde folklor unsurları”. Nasıl kullanıyor Türk folklorunu, nasıl başka türlü yorumlayabilir geleneksel konuları, bugüne getiriyor. Çok enteresan. Başka çağdaş bir dünyanın gözünden bakabiliyor konulara. Rusça’sı var ve ben Türkçe’ye çevirmek istiyorum ama henüz çevirtemedim. Kendim yarısına geldim aslında çevirinin. Ben de yardım edebilirim çevirecek kişiye.

– Kongrede sunacağınız bildiri de bu konuyla ilgili sanırım.

– Yusuf ile Zeliha üzerine sunumum. Türk folklorunda bu konu, ne durumdadır. Türk folklorunda da bütün doğu ülkelerinde de başka varyantları var. Orta Asya ve İran’da da var. Konunun kökeni Tevrat’tan ve Kuran’dan. Bunları sunumumda anlatacağım.

– Siz İzmir’e daha önce de gelmişsiniz.

– Evet, 1965 yılında İzmir Fuarı’nda çalıştım. Rus Pavyonu’nda çevirmen olarak çalıştım. O zamanki gazeteler yazmıştı, “Hem Türkçesi hem kendisi güzel” diye. Sonra bir kere de geçen yıl Türk dünyası kongresi için geldim.

– Yaklaşık 45 yıl geçmiş üzerinden. Aradaki fark nasıl?

– İzmir çok büyümüş, değişmiş şehir. Çok güzel olmuş.

– Türkiye’ye gelir misiniz tatillerinizde?

– Yok, sadece kongreler için geliyorum. Ama bir kere eşimle Antalya’ya geldik, çok istemişti Türkiye’ye gelmeyi.

– Türkçe’yi kaç kişiye öğretmişsinizdir bugüne kadar?

– Ooo, o kadar çok ki. Sayı bilemem. Belki yüzlerce…

– Bu sene kaç öğrenciniz var?

– Şu an altı öğrencim var ama diğer sınıflarda da var Türkçe. Bazı öğrencilerim edebiyat uzmanı, bazısı çevirmen, bazısı da öğretmen oldu. Bazısı bırakıp gitti. Türkiye’de çalışanlar da var içlerinde.

– Türkçe nasıl bir dil size göre, Türkçe ne ifade ediyor size?

– Ben çok güzel bir dil olduğu için uğraşıyorum. Her şeyden önce çok zengin bir dil, çok güzel, çok ahenkli. Türkler’in telaffuzu da güzel. Bilhassa kadınların. Okşayıcı bir şekilde konuşuyorlar. Türkçe grameri zor bir dil. Dili anlatırken dini, adetleri, kültürü, ülkeyi de anlatıyoruz, tanıtıyoruz.

– Türk kültüründe en çok ne etkiliyor sizi?

– Türk müziğini çok seviyorum.

– İsim verebilir misiniz?

– Mesela bir defa Moskova’ya Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası geldi uzun zaman önce ve Ahmed Adnan Saygun’un Yunus Emre Oratoryosu’nu dinletti Moskova Konservatuarı’nda. Ne güzeldi. Yeniden gelmesini isterim. Bugünkü Türkiye’nin kompozitörlerinden. Mevlana’nın eserlerini de okudum, felsefesini biliyorum. Anlatıyorum çocuklara. Ama en çok halk müziğini seviyorum. Birlikte söylüyoruz öğrencilerle…

– Bir örnek geliyor mi aklınıza?

– İncecikten bir kar yağar, tozar elif elif diye… Karacaoğlan’dan… Asıl halk türkülerinin kompozitörleri belli değil. Adı bilinmeyen benim çok sevdiğim şarkıları var.

– Nazım Hikmet’le tanışmak size mesleki anlamda ne kattı?

– O deha bir şairdi. Dünyanın en parlak şairlerinden ve dramcılarından biridir. Türkler bunu çok iyi bilmiyorlar aslında. Yani piyeslerini pek iyi bilmiyorlar. Bunu birkaç defa gördüm. Nazım Hikmet’in şiirlerini biliyorlar ve çok seviyorlar. Oysa piyesleri de güzel. Çok piyesi var kendisinin, hem de ne kadar güzel. Dünya dramcılığını etkileyen piyesleri de var. Bertol Brecht’in piyesleri gibi. Nazım’ın piyesleri üzerine opera, bale bestelenmiştir. Ne kadar güzel bir bale var. Ferhat ile Şirin. Onun piyesi üzerine bestelenmiştir. Librettosunu yazan Nazım Hikmet’in kendisidir. “Bir Aşk Masalı” onun aslı, ama asıl adı Ferhat ile Şirin. Çünkü aslını inceledim, tarihini, aslını, ebedi ve folklor çeşitlemelerini ve sonra piyesini inceledim.

– Bugünün Türk yazarlarını tanıyor musunuz, örneğin Orhan Pamuk okur musunuz? Beğendikleriniz kimler?

– Yaşar Kemal’i çok beğenirim, herkesten çok seviyorum. Tanışmadım maalesef. İnşaallah tanışırım. Çalışmalarım var onun eserleri üzerine. Dili ne kadar güzel. Okur musunuz siz de?

– Elbette ve ben de çok severim. Özellikle röportajları çok etkileyici. Yaşayarak yazmış.

– Orhan Pamuk’u sevmiyorum, çünkü postmodern yazarları sevmiyorum. Fransız ya da Türk, fark etmiyor. Ama diğerleri halkı anlatan ve halkın gerçek hayatını yaşamış olan yazarlar. Beni daha çok etkiliyor.

– Bu söyleşi için teşekkür ederim. Umarım kitabınızın Türkçe’sini okuyabiliriz.

– Ben teşekkür ederim Sabiha’ya ve size… İnşaallah diyorum kitap için de…

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler: