Van ve Erciş’ten insan manzaraları

Van Ferit Melen Havalimanı’na indiğimizde bizi soğuk bir hava karşıladı. Kurban Bayramı’nın birinci günüydü ve bu özel günde, burada hastalara hizmet sunan meslektaşlarımızın bir kısmını da olsa görmek ve bayramlarını kutlamak istedik.

Van’a, İzmir Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Ceyhun Balcı ve Dünya Gazetesi tarım yazarı Ali Ekber Yıldırım ile birlikte gittik. Bizi alanda Van Tabip Odası’nın aracı karşıladı. Şöförümüz Halil, Kurban Bayramı’nın bu birinci gününü bizimle geçirecekti. Ceketini hiç çıkarmadı. Saygısını ve ciddiyetini de hiç bozmadı. Depremde çok sayıda akrabası yaralanmıştı. Ölen yoktu.

Amcasının Van şehir merkezinde sahip olduğu beyaz eşya mağazası depremden sonra ciddi hasar görmüştü. Sarsıntı geçtikten hemen sonra mağazaya gittiklerinde tüm dükkan camlarının kırıldığını görmüşlerdi. Kalabalık bir meydanda olmasına rağmen dükkandan tek bir mal çalınmamıştı. Peki gelen yardımlar neden yağmalanmıştı?

Depremin ardından üçüncü günde hava iyice soğumuştu. Özellikle gece çok soğuk geçiyordu. Hala açıkta kalan, evi hasarlı olduğu için sokakta kalan çok sayıda insan vardı. Çadırların zamanında dağıtılamayacağı ve çocukların soğukta kalacağı endişesi, gelen yardım araçlarının bir kısmının yağmalanmasına neden olmuştu.

Afet yönetiminde “güvenlik” en hassas ve öncelikli konudur. Enkaz güvenliği, dükkan ve işyeri güvenliği, yardım malzemelerinin güvenli bir ortamda dağıtımının yapılması son derece kritik konulardır. Bu konuda başta bazı sorunların yaşandığı doğrudur. İlk saatlerde yardım malzemelerinin dağıtımı Valilik Kriz Merkezi eliyle ve Kızılay tarafından yapılmaya çalışılmış, üçüncü günden sonra Türk Silahlı Kuvvetleri de bu konuda devreye sokulmuştur.

Van şehir merkezinde büyük bir yıkım gözlenmiyordu. Caddeler ve sokaklar trafiğe açıktı. Ne acıdır ki, yüksek ve yeni binalar ağır hasar almıştı. Dıştan bakıldığında sağlam gibi görünen ve ayakta kalan bir çok binanın iç kısımlarının ciddi hasara uğradığı anlaşılıyordu.

Van’a 96 kilometre uzaklıktaki Erciş’te daha büyük yıkım vardı. Erciş’te toplam 60 bina tamamen yıkılmıştı ve yüzlercesi de ağır hasar almıştı. Yıkılan binalar yine çok katlı ve yeni apartmanlardı. Tek katlı, iki-üç katlı evler ayaktaydı. Yıkılan binaların bir kısmının un ufak olması ve adeta moloz yığınına dönmesi şaşırtıcıydı. Sanki kumdan yapılmış gibiydi. Bu moloz yığınlarının içinden fışkıran değişik renkteki giysiler, çarşaflar burada deprem sırasında ne büyük can pazarı yaşandığının habercisi gibiydi. Enkazdaki beyaz, çizgili okul defteri sayfaları acımızı daha da artırdı.

Erciş Toplum Sağlığı Merkezi binası dimdik ayaktaydı. Camları bile kırılmamıştı. Depremin üzerinden tam iki hafta geçmişti ve bayramın bu ilk gününde açıktı. Sağlık hizmeti sunuyorlardı.

İzmir’den, Denizli’den, Samsun’dan, Ankara’dan gelen hekim, hemşire ve sağlık memurları yaraları sarmaya çalışıyordu. Bir kısmı da zaten Erciş’te görev yapan sağlık görevlileriydi.
Sağlık personelinin en büyük sorunu barınmaydı. Evleri hasarlı olduğu için on dört gündür evine giremeyen sağlık çalışanı vardı.

Bunlardan biri de Toplum Sağlığı Merkezi başhekimiydi. Hala görevinin başındaydı. Üç yaşındaki çocuğu ile deprem sırasında evindeydi. Sarsıntının çok ama çok ciddi olduğunu anlattı. “Bir odadan diğerine gidemedim. Ayakta duramadık” dedi. Tam o sırada 4.5 civarında olduğunu düşündüğümüz bir sarsıntı daha yaşadık. Ben hemen çevreme bakıp saklanacak bir yer aradım. Odada bulunanlardan hiçbiri istifini bozmadı. Alışmışlardı. “Bu hafif” dediler. “Dün gece daha şiddetli oldu”.

Kaloriferin üzerine koydukları içi su dolu plastik kaplara bakarak depremin şiddetini kestirmeye çalışıyorlardı. Aklıma Marmara depreminden sonra Gölcük Devlet Hastanesi’nde tavana astığımız ip ve ucundaki çataldan oluşan sismograf geldi.

Sağlık personeli, en büyük sorunlarının “barınma” olduğunu söylüyor. Doğru. Depremzedelere çadır, Mevlana evleri ve benzeri çözümler düşünülürken burada daha ilk saatten itibaren canla başla çalışan hekim, hemşire ve sağlık memurları adeta unutulmuş ve kaderine terk edilmiş gibiydi. Erciş’te üç şehit vermişlerdi. Meslektaşları depremde yaşamını yitirmişti. Birçoğu evine giremiyordu. Çoluğu çocuğu komşulara, eşe dosta emanet edilmişti. Diğer illerden gelen meslektaşları ile birlikte sağlık hizmetinin devamını sağlamaya çalışırken bir de deprem sonrası stres bozukluğu yaşıyorlardı. Belki etkilerini senelerce duyacakları bu psikolojik tablonun farkında bile değillerdi.

Diğer illerden gelen hekimler hiçbir görev tanımlaması olmadan, görev yeri ve süresi belirtilmeden gelmişlerdi. Tam bir karışıklığın ortasına düşmüşlerdi. Kendi özverileri ve becerileri sayesinde hizmet sunuyorlardı.

Afet organizasyonunda en önemli bir diğer konu da çalışanların da afetzede olacağı gerçeğidir. Hekim aynı zamanda bir annedir, eştir, babadır. Kendi çocuğunu bırakıp da diğer insanlara hizmet sunabilmesi için en değerli varlığının güvende olduğundan emin olması gerekir. Annesinin, babasının, eşinin, sevdiklerinin barınma sorunlarının çözüleceğinden emin olması gerekir. İnsana değer vermenin ön koşulu da budur.

Related Images:

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın