Merhaba güz

Bulamaç haline getirilen, keyfi çalınan bir yaz bitti. Ne kaldı geriye? “Her şey akar” der bilge düşünür, “Aynı ırmakta bir daha yıkanılmaz” diye yanıtlar öteki. “Değişmeyen tek şey, değişmektir” diye ses verir bir başkası. Söyledikleri, yuvarlak genellemeler değildir. Bu tespitlerde, boyun eğmeye, ürkütmeye, tek tip insan yetiştirmeye, kolaycılığa, korkaklığa çağıran, kişiliksizleştiren hiçbir tavır ve niyet yoktur.

Peki, ne vardır?

İnsanlık, bu sorunun yanıtını, bir bilim dalı olarak koymuştur; felsefe. Yani akıl, yani bireyden topluma var olmanın ve ileriye yürümenin en güzel halidir, niyet edilen ve peşine düşülen. Ama felsefenin ve sanatın ve bilimin, eğitim müfredatlarından ve yaşam pratiğinden kovulduğu coğrafyalarda, bir köşecikte sızlanmaktan başka işe yaramaz bunları söylemek. Alay ederler, itibarsızlaştırmaya kalkarlar, kendi coğrafyanızda gurbeti yaşatırlar, ömrünüzü haymatlosa çevirirler. İçeri atarlar, yıllarınızı çalarlar ve nihayet baktılar olmuyor, yakarlar, asarlar, derinizi yüzerler. Çünkü felsefenin, yani düşüncenin, yani insanın onurlandırılmadığı yerlerde, egemen olan barbarlıktır.

Ölümcüldür. Yaşamın neşesinden değil, ölümün teslimiyetinden beslenir. Aidiyet duygusu, biat güdüsüne dönüştüğünden, “yaşayan” sevilmez; niye yaşadığı, niye yaşatıldığı, niye yaşatılması gerektiği sorgulanmaz. Ucuz, yavan, hışır bir “uğruna ölürüm” teranesi egemendir. Bu egemenlikte, toprağın niye çoraklaştırıldığı, ormanın niye yakıldığı, derelerin niye kahredildiği merak edilmez.

Örnek aramaya gerek yoktur. Gidin en yakın piknik alanına, “memleket sevdalılarının” arkalarında nasıl bir çöplük, nasıl bir utanmazlık, nasıl bir ihanet bıraktığını göreceksiniz. Bu korkunç bir tragedyadır; kahramanı da, “uğruna ölürüm” dediği coğrafyanın, yakılarak, zehirlenerek, parsellenerek katledildiğini asla düşünmeyen insandır. Ne sandınız ya, Olimpos’tan ateş çalıp insanlığa armağan eden Prometheus’a mı benzeyecekti?

O, bilimin, sanatın, düşüncenin ışıklarını taşıyan insanların başına gelenleri, “Mutlaka bir şey yapmıştır” diyerek, korkakça, haince, utanmazca onaylayan bir insandır. Cehaleti kışkırtılmakta, oyalanması için her türlü numara sunulmaktadır. İşte barbarlık, o ve benzerleri sayesinde, giderek pervasızlaşmakta, yüzsüzleşmekte, saldırganlaşmaktadır. Harika bir güven duygusu veriyor olmalı, arkasındaki devasa bir güruhun, “ölürüz uğruna” demesi.

Bir işgal ordusu gibi her yerdeler, trafikte, stadyumda, pazarda, düğün alayında… Vuruyorlar, çarpıyorlar, küfrediyorlar, öldürüyorlar. Nasılsa “münferit” sayılıyorlar, nasılsa “bak yaramaza” diye okşanıyorlar, nasılsa onlara bir şey söylemeye kalksanız “bakın, halkımıza hakaret ediliyor!” diyenlerin, sırtını sıvazlayacakların var olduğunu iyi biliyorlar. Birbirlerinden niye şikayet etsinler, birbirlerini niye tercih etmesinler ki? Nereden nereye geldik, siz “bir yaz sonu iç döküşü” olarak kabul edin bu satırları.

Aslında bir “Yaz Dökümü”ydü niyetim. Nerede ne oldu değerlendirmesiydi. Görece ve manşet şişirmesi birkaç kırıntıdan başka bir şey yoktu ki, onlar da sanata ve sanatçıya yönelik vandallıkla, zaten görünmez olmuştu. Bu yığın üstünde hoplayan zıplayan tuhaflıklara gelince, geçiniz!

Büyük Arap Şairi Adonis, usta tiyatro insanı Mnouchkine, yazar-yayıncı Michnik ve romancı Le Carre, çok önemli bir ödülle; “Goethe Madalyası” ile onurlandırıldılar. Haber yapanlar bile unuttu, oysa o ödül yıllar önce ve bir büyük insan sayesinde, ülkemize de onur kazandırmıştı. Merak edenlere sunarım:
Hasan Ali Yücel.


Dipnot:

Bu ülke,
Seyhan Erözçelik derler bir şairini,
Sevinç Aktansel Çetinok derler bir tiyatro emekçisini yitirdi.
Ben çok sevgili iki dostumu, şairlerimden bir şairi, mesleğe ilk adım attığım oyunun, yazdığım ve DT’de sahnelenen ilk oyunumun (Mavi Pullu Balık, Bursa DT, 1982-1983) yönetmenini yitirdim.

Seyhan için, bir gece öylece dökülüverdi kalemden aşağıdaki şiir. Virgülüne dokunulmadı. Okursanız ve “Kimdi bu Seyhan?” diye merak ederseniz diye paylaşmak isterim. Kuşkusuz, Sevinç Hanım’ın bendeki hatırasına da dokunmasını dilerim.

Seyhan için…

İzninle, ormana kadar gideceğim
Bazı arkadaşlar ölmüş, haber verdiler
Kimi şairmiş galiba, kiminden
Bir eylem arkadaşı diye söz ettiler

İzninle, şu saçlarındaki defne dalını
Bir de yenisini alamadığımız şarabı
Bir de her tarafı yangın mektupları götüreceğim
Yankısızlıktan öldüklerini rivayet ettiler

İzninle, ormana kadar gideceğim
Seyhan dediler, gözlerimle görmeliyim
Öncekilerin alayı oradaymış, bir ıslık bir ıslık
Dinlemezsen hayat eksilir, haydi gel dediler

İzninle, yaralarımın kanını silip gideceğim
Biraz gülüş versene, en iyi niyetlisinden
Biraz ümit, çünkü ümit adına öldüler,
Geleceksen insanları getirme sakın
Sadece unutmabenileri getir dediler

İzninle, ormana kadar gideceğim
Dönüp dönmeyeceğim belli olmazmış,
De ki dönmemişsindir
Seni arayacaklara, bu şiiri versinler, dediler

Ben, ormandan dönemeyenlerin yalancısıyım…

Ayvalık, 25 Ağustos 2011 HALUK IŞIK

Related Images:

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın