Bu yazıda iki kitap üzerinde duracağız. Bu iki kitap bizi hem İzmir üzerinde hem de ürettiğimiz bilginin niteliğinin ne olduğu konusunda kafamızı ellerimizin arasına aldıracak bilgiler içermektedir. Bu bilgilerin bir kısmı zaten yanlış olmasına rağmen yazıla yazıla, söylene söylene artık doğrunun ne olduğunu kimse sormaz olmuştur!
Geçenlerde Hisarönünde otururken bu konulardan birisi sohbete konu oldu. Sohbet ettiğimiz arkadaş uzun yıllar rehberlik etmiş birisiydi. Aşağıda ayrıntılı konu edineceğim Nemesis ile Nymphe (Mitolojide su, orman ve dağ perilerine verilen ad.) arasındaki farkı söylediğimde şaşırdı: Ya hocam, dedi ve ekledi, demek ki biz şimdiye kadar Nemesis yerine hep Nympheyi kullanmışız ha! diye ekleyerek sözlerindeki şaşkınlığı yüzüne de yansıtıyordu.
Bilgi bir emek sonucu elde edilen zorlu bir uğraşın ürünüdür. Eğer bilgi diye bildiğiniz ve emek vermeden öğrendiğiniz şeyi doğruluğunu ve sağlamasını yapmadan savunur hale gelirseniz hayırlısı olsun- artık onu inanca çevirmişsinizdir. İnsanları bilgi diye inandıkları şeylerden vazgeçirmek, onları ikna etmek artık zor bir uğraş ister. Hele bu durum bir de kurumlar bazında gerçekleşiyorsa yani kurumların ve kuruluşların yazılı eserlerini sorgulamak olanağınız yoksa artık inanç toplumunun varlığı yadsınamazdır.
Bugün bilgi toplumunun ağızlardan düşmediği bir dünyada bu kavramı kullanmak için neyi hak etmek gerekmektedir?
Bir zamanlar televizyon izleme nedeniyle kitap okuma alışkanlılığının gelişemediğinden dem vurulurdu. Şimdi bu durum çeşitlendi. Bilgisayar sahibi olmak, cep telefonu kullanmak, twittlemek, bilgiye ulaşmanın çeşitlemeleri olarak karşımızdadır. Artık bir konuda tıkandınız mı; yanıt googleda veya wikipediadadır. Ancak buralardaki bilgileri kim ortaya koymuştur? Toplumsal olarak ürettiğimiz bir bilgiyi mi yoksa üretilen bir bilgiyi mi paylaşmaktayız?
Geçenlerde bir Yahoo grubundaki tartışmaya İzmirin Sen Polikarp Kilisesi ve bizatihi Sen Polikarpın kendisine ilişkin bir tartışmaya tanık oldum. Ağ yazarlarından birisi bu konuda doğru bilgi olarak Skylife dergisindeki bir yazıyı gösteriyordu. Bir yere yazıldı ya artık o mutlak doğruydu ve değiştirilemezdi! İnanç böyle bir şey! İnancın illa da dini temelli olması gerekmiyor.
Bilginin anası olan meraklanma sürecinden geçmemiş toplumlar dünyevi bir bilgiyi de inanç olarak alabilmektedir. Bugünkü siyasi durumu da aynı paralelde görmek mümkün olabilir. Her yerde herkes tarih üzerinden bir tartışma yapmaktadır. Gören de sanki bu toplum okumaktan bitap düşmüş de artık kusuyor! Oysa yazılan ortada, okunan ortadadır!
Gelelim girişte andığım iki kitaba…
Kitaplardan birincisi; İzmir İl Kültür Müdürlüğü tarafından İzmirde yayınlanan Eylül 2009 baskılı İzmir Kent Tarihi adlı kitaptır. Kuşe kağıda basılmış, şömiz kapaklı 320 sayfa oldukça pahalı bir kitaptır. İzmirin genel tarihini ele almakta ve birçok akademisyenin katılımıyla hazırlanmış ortak bir kitap olmuştur. Çok sayıda görsel malzeme de içermektedir. Sorun da görsel malzemelerdedir zaten.
Benim Hacılar, Seyyahlar, Misyonerler ve İzmir adlı 2001 yılında İBB Kent Kitaplığı dizisinden yayınladığım kitabımdaki gravürlerin bir kısmı kitapta görsel malzeme olarak kullanılmıştır (elbette izinsiz olarak). Ben adı geçen kitabı hazırlarken, her seyyahın İzmir anlatısına eksiksiz yer vermeye çalışmıştım. Bunu yaparken de her seyyah kente dair bir görsel (gravür, kroki, illüstrasyon) bırakmadığı için, her seyyahın kente geldiği tarihe yakın arşivimdeki bir görseli okuyucuya fikir amacıyla kullanmıştım.
Kitapta ne yapmışlar? Benim seyyahın İzmir metninin başına koyduğum görseli o seyyahın adıyla kitapta yayınlamışlar. Bu kadar emek, bu kadar masraf ve sonuç bu! Pes doğrusu!
İkinci kitap ise TÜRSAB tarafından 2007 tarihinde İstanbulda yayınlanan İzmir adlı kitaptır. Bu kitap da kuşe kâğıda basılmış, şömiz kapaklı 380 sayfa; oldukça hacimli ve pahalı bir kitaptır. Türkçe ve İngilizce olarak hazırlanan kitapta çok profesyonelce fotoğraf çalışması yapılmış – hava ve sualtı fotoğraflarıyla. Tüm ili kapsayan kitabın içeriği bir turiste göre tasarlanmış. Kitapta bir yazar ismi yok. Sadece sonunda yararlanılan kitapların listesi yer alıyor.
Gelelim bu kitaptaki devrilen çamlara; önce alıntı;
Birinci alıntı:
Sayfa 137; Türkçesi:
…Büyük İskender Pagos Tepesinde avlanırken, bir ara yorulur ve büyük bir çınar ağacının gölgesinde uyuya kalır. Rüyasında, Nemesis adlı iki Su Perisi İskendere yeni kenti Pagos Tepesine kurmasını fısıldar…
İngilizcesi:
…when Alexander the Great hunts on the Pagos Hill one day, he feels tired and falls asleep under the shadow of a big plane tree. In his dream, two Water Fairies called Nemesis whisper to Alexander to establish the new city on the Pagos Hill…
Nasıl olsa İzmirde İzmirlileri kandırdık, artık turistleri de kandırabiliriz. Öncelikle Nemesis, su perisi değildir. Su perisi, Nymphedir. Nemesis, kutsal öcü temsil eder. Cinayeti cezalandıran tanrıçadır. Daha çok da her türlü ölçüsüzlüğü, örneğin, bir ölümlüde aşırı derecede mutluluğu ya da kralların kendini beğenmişliğini yok etmekle görevli bir güçtür. Diğer adıyla Gazap Tanrıçasıdır Nemesis. Smyrna için de çok önemlidir. Önemli olduğu ve İzmirliler Nemesisin gazabından korktukları için Smyrnadaki tapınağı çifte Nemesise adamışlardır.
Kısacası, aktarılan efsaneye göre, Büyük İskenderin kulağına yeni kenti kurmasını fısıldayanlar Nemesis adlı iki su perisi değil (!), Smyrnadaki Çifte Nemesis Mabedinin Nemesisleridir.
Şimdi bu gözle İzmir kitaplarını okuyun bakalım ne göreceksiniz; eksiksiz hepsinde Nemesisler su perisi oluvermiştir!
İkinci alıntı:
Sayfa 146;
Sen Polikarp Kilisesinden bahisle…
…Bu muhteşem kilise; önce bir deprem, ardından büyük bir yangınla harap olmuş, 18. yyda İzmirde yaşamış Fransız mimar ve ressam Raymond Perre tarafından yeniden inşa edilmişti.
Raymond Pèrenin 19. Yüzyıl’ın ikinci yarısında İzmirde yaşadığını biliyoruz. Hatta adı İzmir Saat Kulesinin yapımında geçen bir mimardır. Ama kitabın yazarına göre, ya çok uzun yaşadı ya da bir ara 1688 depremi sonrasına gidip kiliseyi restore etti geldi!
Konuyla ilgili üç anekdotla havayı biraz dağıtalım; ben Nemesisi ilk defa Cemil Meriçin Nemesise meydan okuduğu o muhteşem tiradla tanıdım. Orada Cemil Meriç, Nemesisin nelere kadir olduğunu kendi benliğinden yola çıkarak çok güzel ortaya koyar.
Diğeriyse; İzmirlilerin Nemesisin gazabından çok korktuklarıdır. Hatta bunun için çifte Nemesis için mabed yaptırmışlardır. Bu da yetmemiş Nemesisten korunmak için; İzmirliler onun gazabından korunmak ve kurtulmak için yere tükürürlermiş. Acaba bu özelliğimizi Smyrnalı atalarımızdan mı aldık acaba?
Üçüncüyse şöyle: Efsaneye göre Büyük İskender, Pagos eteklerinde avlanmaya/gezmeye çıkar. Çifte Nemesis Mabedi önünde uykuya dalar, diye biliyoruz ya… Bu Smyrna için önemli olan Çifte Nemesis Mabedi acaba bugün Agoranın hemen üstündeki İsmetpaşa İlköğretim Okulunun avlusunda kalıntısı bulunan Küçük Aya Yanni Kilisesinin yerinde olmasın. Çünkü bu kilise çevresinde -gariptir, Türk ve Yahudi mahallelerinin ortasında bir ada gibi- gelişen Rum cemaatinin buraya neden, nasıl ve ne zaman geldiğine dair kesin bilgilerimiz bulunmamaktadır.
Agora kazı Başkanı Sevgili Akın Ersoyun öngörüsü ve benim okumalarımdan edindiğim sezgi bu bilgiyi sanki doğrular nitelikte… Zamanla kesin bilgiye ulaşmamız dileğimizdir…
Yazı dizisi oldukça uzayacağa benziyor. Gelecek bölümde kaldığımız yerden devam…
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.