Hayatınız boyunca çalışıp çabaladınız ya da önünüze geleni çalıp çırptınız, önemli değil. Bu süre içinde dürüst kaldıysanız eğer; enayi seviyesinden “zavallı” mertebesine; üçkağıtçı kaldıysanız şayet “hırsız” evresinden “ak saçlı mülayim” mertebesine yükseldiniz. Tabii ki kalan ömrünüzün belirsiz derinliklerinde kullanmak üzere bir miktar para biriktirmeyi başararak.
Sonuçta bu para ile kalıcı bir şeyler yapmak gerektiğini düşündünüz. Aklınıza gelen ilk şey ev almak oldu. Çünkü birikimleriniz, kafanızı sokacağınız evi alacak kadar yeterliydi. Heyecanlıydınız, çünkü yıllardır beklediğiniz bir şeydi bu. Sonunda eşinizin ve önem vermediğiniz iki kızınızın fikrini alarak üç oda bir salon ev bulmak için başladınız araştırma yapmaya. Öncesinde doğal olarak eşe dosta, hısım akrabaya haber saldınız; ama “kelepir” bir ev bulmak için yapmanız gerekenlerden birisinin bu olduğunu gayet iyi biliyordunuz. Aradan günler, haftalar, aylar geçti. Sonunda çevreden haber çıkmayınca Tırnağın varsa başını kaşı diyerek düştünüz yollara
Hayırlı akrabalar dileyin
Bunu yaparken aklınızda, aradığınız cevabı bulamayan akrabalarınız vardı. Yıllarca onlara ne çok yardım etmiş; sünnet düğünlerinde konvoy başı olup milletin çoluğunu çocuğunu ne çok dolaştırmıştınız. Üstelik arabanın her bir köşesine meşrubat döken sıpaları “çocuktur ,yapar” sırıtışı ile seyretmiş; içinizden ise onlara mesnevi yazacak kadar uzun ve özlü sözler söylemiştiniz. Hepsi çok sevdiğiniz akrabalarınız içindi. Halbuki onlar; sizin için son derece önemli bir karar olan “göçebe hayatından yerleşik düzene” geçme konusunda hiç istekli davranmadılar, yardım bile etmediler. Hele askere yollarken cebine harçlık koyduğunuz, bol hatunlu şafak defteri hediye ettiğiniz amca oğlunuz; ne çabuk unutmuştu sizi
Şimdi yatı, katı, üç çeşit hanımı ile mutlu mesut yaşıyor ama size borç vermeye yanaşmıyordu o haylaz. En nihayetinde ondan da umudunuzu kestiniz.
Bu sırada emekli olmuş; bütün bürokratik işlemleri hallederek devletin kütüphanesinde bir dosya olarak yerinizi almıştınız. Dolayısıyla gezecek bol bol zamanınız vardı. Siz de bundan yararlanarak düştünüz kentinizin tozlu topraklı asfalt yollarına. Ama kolay değildi ev sahibi olmak memlekette. Önce biraz sürünmek, sonra biraz gerilmek en sonunda rahat edemeden ölmek vardı işin sonunda.
Aradınız, taradınız, en sonunda istemeye istemeye attınız kendinizi bir emlakçı dükkanına. Çayınızı yudumlarken bir yandan istediğiniz evi anlatmaya bir yandan da emlakçının söylediği köyü hatırlamaya çalıştınız. Ara sıra Çıktık bir yola, emlakçının parasını da bulup vereceğiz diye düşünerek, her seferinde saygı ile andınız emlakçınızın ailesini. Elbette içinizden
Ferah mı, fersah mı?
Günlerce gittiniz geldiniz emlakçının dükkanına. Sonunda zahmet edip, elindeki listeye bakan emlakçı, size uygun bir ev buldu. İkiniz birlikte düştünüz yollara. Gittiniz gittiniz, bir türlü yolu bitiremediniz. Nihayetinde kendin otuz yıl sonraki merkezine geldiniz. Bulunduğunuz yer, önünde dar bir caddesi, köşe başında bakkalı olan bir yer.
Baktığınız yer ise bir apartman dairesi ve dört katlı binanın son katında bulunuyor. Emlakçı ile beraber başlıyorsunuz katları çıkmaya, ama asansör yok! Yorucu ama aklınızda Emekli olduktan sonra hareketsiz kalmak iyi değil, en azından iner çıkarım diye düşünüyorsunuz; Kanadada bazı emeklilerin Türkiyeye göre oldukça lüks konutlarda kaldığını bilmeyerek.
Neyse, apartmanda da acayip bir yemek kokusu var ki; evlere şenlik. Sanırsınız ki, kurban bayramının ilk günü. Taze et kokusu bir yanda, kuyruk yağı ile yapılmış hayal edemediğiniz yemek diğer yanda.
Burnunuz sinyal veriyor ama Olsun, bu paraya yine iyi bu ev diyerek son kata kadar nefes nefese kalarak çıkıyorsunuz. Kapıdan girdiğinizde içinizden Son kat soğuk olur mu acaba? sorusunu geçiriyorsunuz ama doğuştan akıllı olduğunuz için Başımızı sokalım da, nasıl olsa ısınırız demeyi ihmal etmiyorsunuz. Bu arada içinizdeki ısı ölçerin yardımı ile evin güney cepheli olduğunu anlıyorsunuz.
Apartman dairesi orta büyüklükte, evin balkonu ise küçük caddeye bakıyor. Emlakçı “Önü ferah” diyor. Evet diyorsunuz ama söylediğinize kendiniz de pek inanmıyorsunuz. Evdeki küçük oda biraz karanlık, ama penceresi havalandırma boşluğuna bakıyor. İçinizden Ufak kız burada kalır, yarın bir gün çocuklar da gidince burası hanımla bana yeter bile diyorsunuz. Emlakçı ile anlaşıp, gülüşüp öpüştükten sonra; evinize dönüyorsunuz. Çünkü dışınızdaki yetişkin insan içinizdeki satın alma kararını, sizin dışınızda birisine onaylatmak istiyor. Ertesi gün, alıyorsunuz hanımı ve kızları düşüyorsunuz yollara. Hanım mutfağı ve karanlık odayı beğenmiyor. Çocuklar ise oralı değil, ama onlar bir an önce üniversiteyi bitirip evden göç etme derdindeler: Çok iyi baba diyorlar. Hanımı ikna etmek zor olmuyor. Ama ikna etmek için sesinizin dışında; ringlerde kullanılan fiziksel yetenekler sizde fazlasıyla bulunuyor
Sesiniz dışarıdaki bayanlara her zaman kısık ve nazik çıkıyor ama evde olabildiğine güçlü… Herkes ikna oluyor. Biraz banka, biraz emlakçı, biraz da ev sahibi ile bozuşarak, evin satın alıyorsunuz; Tabii ki, tapu dairesinde yirmi beş yıllık eşinizin olduğunu unutarak. Mutlusunuz çünkü bu dünyadaki dikili tek taşınız bir kağıt üzerinde de olsa size kayıtlı oluyor.
Evsel istihdam
Evi satın aldıktan sonra, birçok işiniz olduğunu hemencecik kavrıyorsunuz. Çünkü evin boyanmaya, yerlerin de zımparalanmaya ihtiy acı var. Bütün altyapı işlerine ailece girişiyorsunuz. Çünkü işgücü beleş. Beceremediğiniz banyo fayansları ile klozet taşını da onbeş gün beklediğiniz ustaya yaptırıyorsunuz.
Altyapı yatırımlarını tamamladıktan sonra eşiniz, Yeni eve yeni eşya gerek. Bunca yıldır bekledim, hakkımı helal etmem diyor. Para yok be kadın! diye bağırıyorsunuz ama yapacak bir şey yok. Ama yaşlandığınızda size bakacak olan kişiye biraz daha iyi davranmak gerektiğini, içiniz söylemese de üstün zekanız fısıldıyor. Büyüklük edip tekrar bankanın yolunu tutuyorsunuz. Bu sefer para yatırmak için değil borç almak için…
Sonunda eve eşyalar geliyor, sandıklar açılıp 30 yıllık takım örtüleri ortaya çıkıyor. Yıllarca satın alınacak ev için saklanan ve sararıp solan örtülerin çıkması ile toplanması ise bir oluyor; çünkü modaları çoktan geçmiş. Ama evin hanımı akıllı, Benden yadigar kalsın diye kızların çeyizi için tekrar saklıyor onları. Aradan önce birkaç gün geçiyor, sonra da birkaç hafta. Ev ahalisi eve yerleşmiş, günlük hayatlarını sürdürüp gidiyor.
Bir gün, üniversite son sınıfta okuyan evin büyük kızı, okulun düzenlediği yurt dışı öğrenci değişimi programına kayıt oluyor. Buna göre yabancı öğrenciler değişim programı ile ülkenize gelip bu programa kayıtlı olan öğrencilerin aileleri ile birlikte kalıyorlar. Akşam ilk sorduğunuz soru çok anlamlı: Erkek öğrenci mi kalacak bizde şimdi?
Kızınız büyük bir sabırla size Hayır baba, herkes hemcinsi ile kalacak diyor. İçiniz rahatlasa da emin olmak için, Yani sadece kız öğrenci mi kalacak? diye sorunuzu zeka katsayınızı göstererek, anlamlı bir şekilde genişletiyorsunuz. Kızınız Off baba diyor, siz de cevabınızı almış oluyorsunuz.
Sonra günlerden birinde kızınız büyük bir heyecanla okuldan sizi arıyor. Ona Ne oldu? diye soruyorsunuz. Kızınız Baba, bugün bir liste gelmiş. Bize de bir öğrenci geliyor hem de Koreden diyor. İyi, Asyalı yani diyorsunuz Avrupadaki Koreyi unutarak!
Elbette harita üzerinde bile doğru dürüst bilmediğiniz bir ülkeden gelecek birisi için ikinci cümleyi de kuramıyorsunuz.
İlerleyen birkaç hafta boyunca kızınız internet aracılığı ile Koreli kız öğrenci ile yazışmaya başlıyor. Bir, üç, beş derken, Koreli kızımız, Türkiyeye gelmeden gelmiş kadar bilgiyi sahibi oluyor. Evi kısa süre önce aldığınızı bildiğini söylememe sanırım gerek yok. Aradan birkaç hafta daha geçiyor, misafirin geleceği gün belli olmuş. Evde bir telaş, sarmalar dolmalar börekler çörekler.. Dantelli havlular, tahta tabanlı deri terlikler, kısa süre önce satın aldınız nevresimler. Her şey tastamam. Bir tek eksik, o da Koreli.
Hoşgeldin my friend
Havaalanına gidiyorsunuz. Elinizde kızınıza beş kere tekrar ettirerek ismini yazdığınız bir kağıt. Dikiliyorsunuz. Sonra karşıdan kısa boylu kısık gözleri arasından sizi nasıl gördüğünü anlayamadığınız bir kız size doğru yaklaşıyor. Omzunda bir çanta, elinde çekçek valizi ile
Hoş geldin diyor, kızınız. Hemen sarmaş dolaş oluyorlar. Siz, suratınızda özel sırıtmanız ile dikiliyorsunuz. Sonra el sıkışıp Türkçe bir şeyler söylüyorsunuz. Koreli anlamıyor ama kafasını sallayıp duruyor.
Ben de biliyorum, kızı gönderirken sarmaş dolaş olacağınızı ama burada yazmıyorum, gerek yok. Sonunda havaalanındaki otoparka verdiğiniz onca parayı düşünerek, on beş yıldır ailenizin kahrını çeken arabanızla birlikte evinizin yolunu tutuyorsunuz. Hal hatır faslını geçtikten sonra tabii.
Evin önüne geldiğinizde hava karanlık. Hemen aracı park edip kapıları açıyorsunuz ki nazik bir ev sahibi insan olduğunuz belli olsun. Asyalı kızın valizini taşımak size düşüyor doğal olarak; ama iki kız sarmaş dolaş kıkırdayarak apartmana giriyor. Balkonda evin hanımı ile küçük kız da gelen misafire el sallıyor. Kapı zili çalınmadan açılıyor. Kadın kadına sarmaş dolaş olunup ayak üstü mutlu olunuyor. Siz de arkadan valizle geliyorsunuz. Ayakkabılar çıkıyor, eller yıkanıyor. Siz de bu sırayı arkadan takip ediyorsunuz. Ama size sarılan yok. Masa dört dörtlük, her türlü yerel ve ulusal yemek örneklerini içeriyor. Evin hanımı büyük bir nezaketle babanın yanındaki yeri misafire gösteriyor. Bunlar olurken, ne dedi ne dedi? soruları da hiç eksik olmuyor. Bir güzel oturup yemeği yiyorsunuz.
Koreden sevgilerle
Yemekten sonra Türk kahveleri geliyor. Kızlar iyice kaynaşmış. Kahveler içilip kısa süreli sohbet yapılırken; Koreli kız bavulunun lazım olduğunu söylüyor. Siz, Yol yorgunu, yatsın diyerek düşünüyorsunuz ve kızınıza, arkadaşına yolu göstermesini söylüyorsunuz. Büyük kız, arkadaşının koluna girip onu içeri doğru götürüyor. Siz de bu sırada eşinize çay yapmasını söylüyorsunuz. Aradan bir süre geçiyor, Koreli kız ile evin büyük kızı geri geliyorlar. Ama bu sırada Korelinin elinde bir şeyler var.
Aile boyu sırıtıyorsunuz fakat buna da bir anlam veremiyorsunuz. Kız öne doğru eğilerek Bu tuvalet kağıdı ile deterjanı size getirdim diyor. Siz buzdolabından çıkan dondurma misali gözleriniz buğulu, kaskatı kesiliyorsunuz. Ama, yeni ev hediyeniz bir tuvalet kağıdı ile deterjan oluyor.
Şimdi bunu niye anlattım. Çünkü Torontoda tanıştığım Koreli arkadaşlar, yeni ev alanlara giderken tuvalet kağıdı ile detarjan götürmenin ülkelerinde büyük bir incelik göstergesi olduğunu ve bunu her zaman yaptıklarını söylüyorlar. Dolayısıyla, ben de topu topu iki cümle olan bu ilginç adeti kısa bir hikaye uydurarak anlatıyorum ki, canınız sıkılmasın. Arkadaşlarınıza anlatırken, sadece son paragraftan bahsetmeniz yeter, ama kalanları onlar zaten biliyorlar.
Sevgilerle…
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.