Ben artık Kadifekaleye bakamıyorum. Kadifekaleden İzmiri seyretmek de istemiyorum. Oraya yüzümü döndüğümde gözlerim her birinin kara, yeşil, mavi, ela gözleri ile kesişiyor. İnce, kalın, tok, gür, neşeli seslerini duyuyorum. Kimisi inceden bir türkü tutturmuş sevdalı olduğu genç kadına Bir daha asla bir başka kadını sevemeyecek genç yüreği. Bir diğeri babasıyla tavla yarışında, beriki en çok anasının ellerinin özlemi içerisinde.
Ve hayalleri asılı her birinin mezar taşının üzerinde. Hiç gerçekleşmeyecek hayalleri kurmakla, hayalleri gerçekleştirebilecek bir bedenin olmaması arasında ki farkı orada anlıyor insan.
Doğum tarihi 1990
Bir şey ifade ediyor mu? Öyle yazıyor çünkü doğum tarihi bindokuzyüzdoksan… Yaş yirmi bu durumda. Bir insan yirmi yıllık ömrüne ne sığdırabilir ki?
Tercih ettikleri bir şey değildi bu, şüphesiz yerine getirilmesi zorunlu bir görev. Vatan borcunun namus borcu sayıldığı bir ülkede doğup, çocuk olup, okul okuyup, mezun olup, evlenmeden ve adam gibi bir işe yerleşmeden önce gidelim borcumuzu ödeyelim dediler. Gittiler… Hayalleri ve gelecekleri tabutlarının peşinde geri geldiler.
Serhat Aslan, Kerem Oğuz Erbay, İsmail Kartal, Erol Tavukçu, Ümit Akbulut, Erhan Terletme…
Tek tek fotoğrafları geçiyor ekrandan. Donup kalıyorsun. Yanakların aşağıya doğru çekiliyor, dudakların büzülüyor. O kadar küçükler ki…
Bunun adını koymak gerekiyor artık. Son bir ayda yaklaşık 40 askerimizin ölü bedenlerini memleketlerine, baba ocaklarına, son bir kez sarılsınlar diye ana kucaklarına yolluyorsak, bunun adını koymak gerekiyor.
O gün İzmirde Beşikçioğlu Camisi’nin avlusunda duyarlı binlerce İzmirli vardı. Gâvur İzmir, iki evladını uğurladı. Kadifekalenin diğer şehitleri yer açtı eni gelen kardeşlerine. Biri İzmir doğumlu Kerem Oğuz, diğeri Mardinli Serhat Aslan… Biri Kürt, diğeri Türk iki genç insan. Birinde Kürtçe ağıtlar yükseldi, diğerinde Türkçe… Her iki törene katılan yüzlerce İzmirli; Karşıyakalı, Göztepeli, Bucalı, Çiğlili, Hataylı… Bu şehirde kardeş gibi yaşamayı bilen, sevinci ortak, acıyı bölüşen insan gibi insanlar… Oradaydık. Dualarımızı göğe yolladık, yüreklerimize düşen koru ellerimizle bastırdık. Bize faşist diyenlere selam olsun…
Alışkanlıklar kötüdür
Şu an içinde bulunduğumuz akıllara zarar gündemin içerisinde şehit cenazeleri alışıldık manzaralar olmaya başladı. Alışmak kötüdür. Alışkanlıklar bir zaman sonra umursamazlığa dönüşür.
Öyle olacak gibi de görünüyor. Biz o gün orada yalnız kaldık. Zira gündem İsraildi zoraki ve göstermelik, saniyelik görüntüleri aktı 20lik bedenlerin ekranlarda. Aceleleri vardı ekran cambazlarının. Ve ne yazık ki artık şehit cenazeleri pirim etmiyordu. Tartışılacak daha mühim bir şey vardı. Medyanın aç kurtlarının ağızları İsrail krizi nedeniyle sulanmıştı.
Oysa… Oysa tam da bu noktada başlar kayıplar. Çünkü konuşmazsan, önemsemezsen, alışırsan bir gün seninde canını yakar bu terör. Çünkü artık milletvekilleri bile gayet açık ve net diyor ki; Bu savaş Güneydoğu ile sınırlı kalmayacak.
Yani her an, her yerde; semt pazarında, alışveriş merkezinde, okul bahçesinde, bir eğlence yerinde… Senin, benim, çocukların yanında patlayabilir bir bomba…
O nedenle hükümet yetkililerine açık çağrımdır bu sıradan bir vatandaş olarak; Gereğini yapın. Bizim verecek canımız kalmadı artık.
Ölümler… Ama özellikle genç ölümler karartıyor insanın ruhunu…
Her haziran geldiğinde olduğu gibi; Hasan Hüseyin Korkmazgil fısıldıyor kulağıma bu sefer daha çok ağlatıyor beni, Güzel insanlar için akıtmış kaleminin mürekkebini bende o yaşı küçük yüreği büyük güzel genç adamlar için söylüyorum. Serhat, Kerem, İsmail, Erol, Ümit, Erhan;
Gece leylak ve tomurcuk kokuyor, yaralı bir şahin olmuş yüreğim, uy anam anam, haziranda ölmek zor…
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.