Cumhuriyet Devrimleriyle başlayıp, Köy Enstitüleri ve Halkevlerinin katledildiği hazin günler arasındaki dönem, Türkiye Rönesansı olarak da adlandırılır. O aziz dönemi iki sözle geçiştiremeyiz ve zaten konumuz bu değil.
İşte bu dönemin insanı bir gariptir. Rönesans insanı dediğin zaman orada durmak gerekir. Sen adamı ressam olarak tanırsın, bir bakarsın aynı zamanda okçudur ve matematikle de ilgilenmektedir, felsefe yan uğraşı, şiir de başka bir ilgi alanıdır. Besteci diye alkışlamaya kalkarsın, maraton koşacak kadar atlet, altın oranı zorlayacak kadar heykeltraş, fotosenteze kafayı takacak kadar botanikçi olduğunu öğrendiğinde aklın durur.
Bu durum, Rönesans Avrupası için doğaldır. Çünkü henüz uzmanlık yoktur. Büyük bir açlıkla, insanoğlu kendini keşfetmeye çalışmaktadır.
Şimdi nereden esti bu konu? demeyin. 2010daki halimize bakın.
Ablanın asıl işi anestezi, ama bir modern resim galerisi öneriyor, sanırsın Bayan Ernst Fischer. Amca kırk yıllık lokantacı, ama bakıyorsun metro sorunundan kent arşivinin çalışmalarına, ahkam kesmekle meşgul. Abinin işi üzüm sıkıp şarap satmak, kentsel yenileme nasıl olur, dinle görüşlerinden sarhoş olursun. Teyze yılların gelinlik terzisi, daya mikrofonu ağzına, deniz ve kent ilişkisi üstüne döktürüversin. Mühendis kardeşimin görevi taş döşeyip bina yapmak, tam eline sağlık diyeceksin, başlamıyor mu sana, zeytinyağı rekoltesi nasıl geliştirilir? Bekle, zeytinyağını bırakıp, az sonra işçi filmi nasıl çekilir, onu anlatacak.
Otur Kordonda birahaneye, her masada üç büyükşehir belediye başkanı, beş vali, sekiz muhtar… Potansiyel daire başkanlarını, keşfedilmeyi bekleyen danışmanları söylemeyeyim, onlar da eksik kalsın.
Sorsan Ege Mahallesi’ni bilmez, ama Romanlar’ı o oyunda anlatamamışsın diye suçlar. Karısının manav siparişi üç rokayı, beş kabağı not alıp yazamaz, ama mutlaka bir fikri vardır şiirin nasıl yazılması gerektiğine dair. Şairdir, ulaşım stratejik planına dair saatlerce konuşabilir. Şofördür, anlatsın İzmir sporunun nasıl kalkınacağını da, ağzın açık kalsın.
Bakar ki, her şeye yetişemiyor, insan kaynakları uzmanlığına girişir; sana ithal sanat yönetmenleri, kültür merkezi yöneticileri, fikri hırt, zikri tırt akıldaneler önerir.
Herkes her şeyi bilip yapamaz, yapmamalıdır. Rönesansta herkes her şeyi bilmek zorundaydı, çünkü her şey yerini yavaş yavaş buluyordu. Günümüzde her iş birer uzmanlık alanıdır, her uzman yalnızca kendi işini yapmalıdır, mümkünse kenti bilmelidir… Dersin.
Dersin de ne olur? Ne olacak, sen de asal işinle yetinmez, köşe yazarlığına başlar, kimseden eksik kalmazsın.
Öyle ya, kentli olamıyoruz, bari Rönesans insanı olalım. Nasılsa istim arkadan gelir. Nasılsa uzmanlarımız, azmanlarımız sayesinde, dertlere gark edilmiştir; yüksek tansiyon, ülser, siroz, yalnızlık…
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.