Ortak utanca dair notlar…

Osmanlı’nın kırık dökük geçmişi üzerine sünger çekip yüzünü çağdaşlaşmaya dönen Türkiye, ne yazık ki eski benzetmeyi doğrulamayı sürdürüyor: Türkiye, Batı’ya doğru giden trenin içinde Doğu’ya doğru koşuyor. 1950’lerle birlikte dini siyasetin içine çeken ülkemiz; her türlü evrensel ilkeyi ayaklar altına alarak doğuya doğru koşmasını sürdürüyor. Öyle ki; Milli Görüş gömleğini değiştirdiklerini ileri sürenlerin “gizli ajandası” gündemden düşmüyor. İktidarda ikinci dönemini yaşayan AKP hükümeti, hem “gizli ajandası” gereği, hem de ranta dayalı uluslararası ilişkileri ile Türkiye’ye zarar vermeye devam ediyor.

Hemen her gün yeni bir şey öğreniyoruz iktidarın icraatları ile ilgili. Satıp savurmadığı topraktan başka bir şey kalmamıştı; bunu da becerdiler hamdolsun ki… İşte günlerdir tartışılan Mayın Temizleme Yasa Tasarısı. GAP bölgesinde yabancıların çeşitli yasal boşlukları kullanarak toprak satın aldığı yıllardır söylenir dururdu. Mayın Tasarısı ile birlikte öğreniyoruz ki, toprak kiralama işinde epey ileri gitmişler. Körfez sermayesinin 500 milyon dolarlık toprak satın almasını Batı basınından öğreniyoruz. Ne ilginç değil mi? Medya-Siyaset-Ticaret üçgeninde böyle hükümete böyle medya… İşlerine geldiği zaman muhalif, işlerine gelmediği zaman birer süt kuzusu. Neyse yaşadığımız tahribatın bir başka boyutu bu. Konuyu bir başka yazıda ayrıntılarıyla ele alırız.

1983 ile birlikte Türkiye vahşi kapitalizmle, Özal ve prensleri, papatyaları vesilesiyle tanışırken, günümüz AKP’si neredeyse Özal’a rahmet okutacak işler yapıyor. Özalseverlerin deyimiyle, ANAP lideri “vizyon” sahibiydi. Türkiye’ye “çağ atlatan” bir dönüşümün düğmesine basmıştı. Çok kısa zamanda Türkiye’yi dönüştüren işler yapmıştı. O günlerden bugüne nasıl çağ atladığımız ortada. Dört eğilimi birleştirme iddiasında olan ANAP’dan bugüne her türlü hoşgörüden uzak, giderek faşizan eğilimler gösteren hırslı ama tembel bir toplum kaldı. AKP bu yapının üzerine istediği tüyü de dikti. Her geçen gün üretimden uzaklaşan Türkiye; ranta dayalı -adına ister yeşil deyin ister başka bir isim bulun- bir sermayenin pençesine düştü. Öyle ki, AKPsever kesim bile kendi içinde bu nedenle bölünme yaşadı. Nitekim, Saadet Partisi’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı eski milletvekili Mehmet Bekaroğlu, durakta otobüs bekleyen türbanlı ile son model ciplerde gezen türbanlılar arasındaki sıkıntıyı dillendirmek durumunda kaldı. Özal’ın görgüsüz zenginlerinden sonra bunlar çıktı Türkiye’nin karşısına.

Mısır’da Müslüman Kardeşler örgütünün siyaset felsefesini oluşturan, “devleti ele geçirmeden önce toplumun ele geçirilmesi” ilkesi Özal’ın Fak Fun Fon’uyla başlamıştı; AKP’nin Deniz Feneri ve Amerika’ya sığınan emekli vaizin yardım dernekleri ile devam ediyor. Toplum giderek yoksullaştırılırken aynı anda yoksunlaştırıldı. Zaten her türlü üretimden uzaklaşan, ihracatı hayali yapan, ürettiği 100 liralık otomobilin 85 liralık kısmını ithalatla karşılayan, uluslararası finans kuruluşlarına el açar duruma gelmekten sıkılmayan AKP Türkiyesi; her türlü onursuzluğun, ulusal özgüvensizliğin de liderliğini yapıyor. Hukuk siyasallaştı, saçma sapan iddianamelerle korku imparatorluğunun temelleri atıldı. Yoksulluğun pençesine bırakılan geniş kesimler siyasallaşan hukuk ile birlikte, en küçük muhalefete bile korkuyla bakmaya başladı. Darbe dönemlerinden beter bir hava yaratıldı ülkede ve “cambaza bak” oyunlarıyla Türkiye’nin altı oyuluyor. Türkiye’nin nasıl bir yol izleyeceği “dışarılar”da belirleniyor. Cemaatçi takım kuzey sınırlarımızda yeni planlar yapıyor. Körfezin ne idüğü belli olmayan paraları Türkiye’ye giriyor. Adına “Varlık Barışı” dedikleri oyunla 17 milyar dolar civarında bir para Türkiye’ye giriyor ama kimden, nereden geldi, nereye gitti açıklanmıyor.

Alt alta konulduğunda ne kadar iç açıcı bir tablo ortaya çıkıyor değil mi? İnsan, “hak etmedik bu kadarına da” demekten kendini alıkoyamıyor alıkoyamamasına da, giderek daha çok utanıyoruz geldiğimiz şu halden. Siz de şu sıralar sık sık bu utancı duyuyorsunuz değil mi? Türkan Saylan’ın ölümünden önce bir gazeteciye söylediği sözler aklımdan çıkmıyor: “Türkiye’de insanlar suçsuzluğu kanıtlanana kadar suçludur…”

Evet, o suçlulardan birisi olarak bu satırlarla tarihe küçük bir not düşmek istedim; belki utancımı hafifletir diye…

Related Images:

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın