“Hayatının en güzel zamanlarını hapiste geçirmişsin. Oysa şimdi çocuklarımızın yaşadığı şu zamana bir bak, ne içindi tüm o eziyet, o kadar işkence, değdi mi sence?”
Komik geliyor söylediklerim ona, gülüyor dalga geçer gibi, yanıtlıyor:
“Birilerinin bir şeyler yapması gerekiyordu. Ben yaptım. Her ‘an’a değdi o yüzden…”
O günleri anlatıyor sonra, öyle üstünkörü, sıradan bir anıdan bahseder gibi…
Atatürk Lisesi’ndeki ayaklanmalarda en önde nasıl yürüdüğünden bahsediyor.
Bir yumruk kaldırmasıyla, arkasındaki öğrenci grubunun hepsinin birden hiç düşünmeden yumruklarının havaya kalkmasını anlatıyor gururla. (Hala gururla)
Polisleri anlatıyor.
Meydanları anlatıyor.
Mitingleri anlatıyor.
Gece yarıları duvarlara yazı yazdığını anlatıyor.
Bildiri dağıttığını, ev toplantılarını, kitaplarını nasıl sakladığını, şiirleri ve en çok da arkadaşlarını anlatıyor.
Alelacele içeriye gidiyor, elinde bir kaç siyah-beyaz fotoğrafla geri dönüyor.
‘İçeride” çekilmiş 80 öncesine ait fotoğraflar bunlar. Arkadaşlarının isimlerini sayıyor, unutmamış. Hatta soyadlarını da söylüyor. “Şu arkadaşın adı Hasan’dı. Yurtdışında şu anda. Uzun zamandır haberleşmiyoruz. İzimizi kaybettik. Şu solda arkada ayakta duranın adı Ali. İçeriden çıktıktan sonra kafayı sıyırdı. İntihar etti dediler, doğru mu değil mi araştırmadım, bilmek de istemedim açıkcası. Bu bıyıklı Fehim. En iyi arkadaşlarımdan biriydi. O da yurtdışında. Bu Rasim. Rasim de kafayı yiyenlerden. İçeride de sık sık revire giderdi. Benden önce çıktı o. Uzun zaman haber alamadık. Delirdi diye duydum çok sonra. Yıllar sonra bir gün havaalanından taksiye bindim. Şoför aynadan beni süzüyor. “Ne bakıyorsun birader?” diye sordum, adımı söyledi. Yüzüne baktım. Bizim Rasim. Çekti arabayı kenara, saatlerce konuştuk. Babasının taksisinde çalışıyormuş. Evlenmiş iki çocuğu olmuş. İyi görünüyordu. Ne kadar iyi olunursa işte… Bu gözlüklü de ben…”
***
Yarın 1 Mayıs.
Aradım.
“Bu hafta köşemi yazsan yazsan sen yazarsın. Bana senin zamanının 1 Mayıs’ını yazar mısın?” dedim.
“Çok isterdim” dedi. (Belli ki sağlam bir ama gelecek ardından)
“Ama, birazdan müşteriler gelecek ve şu an onlar için hazırlık yapıyorum. Anlıyorsun ya, hayat devam ediyor ve ben şimdi sadece çorba peşindeyim…”
Anlıyorum tabii.
Anlamaz mıyım?
“Devrim” geçmişte büyüyemeden kalmış bir çocuk gibi dursa da dünümüzde, biz büyüyoruz. Ve iş, güç, hayat zorluyor bizi şimdi.
Hasan, Hüseyin, Mahir, Ulaş, Erdal, Deniz, Ali, Rasim, Alparslan, İbrahim, Fehim, Ata, Yusuf, Sinan, Kadir ve diğerleri.
“O çocuğun” başını okşayacak kadar yakın durdunuz ona.
Geriye dönüp baktığınızda “değdi” diyorsanız, değmiştir…
Kutlu olsun.
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.