Konuyu dağıtmamak için sadece otomobiller için uygulanan “sigorta” düzenini masamızın üstüne yatıralım… Bu yöntem Danimarka’da nasıl uygulanıyor, Türkiye’de nasıl uygulanıyor? Danimarka’da neler olduğundan başlayacağım.
Ben bir otomobil satın almaya karar verdim. Galeriye gittim. Satın alacağım otomobili belirledim. Sigorta yönünü konuşacağımız için parasının ödenmesi sayfasını hiç açmayalım. Parasını ödedim, diyelim.
Arabayı satın alma işlemini tamamladınız. Gelelim sigorta konusuna…
Satıcı soruyor: “Hangi sigorta şirketine arabanı sigortalatmak istersiniz?”
Siz şirketin adını söylüyorsunuz. Yanı başındaki dosyalardan birinin içinden o şirketin form dilekçesini çıkarıyor. Şurasını imzalamanız için size uzatıyor.
İmzanızı atıyorsunuz. Adam size arabanın anahtarını uzatıyor.
– Bu ne?
– Buyurun, araba sizin…
– İyi ama sigorta?
– Sigortası yapıldı, tamam…
-Şimdi kapıdan çıkarken arabayı çarparsam…
– Çarpın efendim, yenisini hemen veririz. Bir kuruş zararınız olmadan…
Evet, peki bundan sonrası?
O arabayı kırk yıl kullanacaksanız kırk yıl boyunca bir daha sigorta, migorta görmüyorsunuz, tanımıyorsunuz. Sigortacı diye kimseyle yüz yüze gelmiyorsunuz.
Ben Türkiye’den alışkın olarak otomobilimle Türkiye’ye geleceğimde sigortaya telefon ettim. Ülkelerden geçerken gerekli bir yeşil evrak var. “Onu almak için ne zaman gelsem, uygundur?” diye soracak oldum.
Kadın “Seni sinemaya götürmek istiyorum” demişim gibi şaşırdı. “Niye geleceksin ki?” dedi. “Biz adresine yollarız”. Ve başkaca bir şey konuşmadık, adres filan vermedim. O gün saat akşam üstü dört dolaylarıydı. Baktım ertesi sabah saat dokuz sıralarında evrak postayla elime geldi.
Bu uygulamayı Türkiye’de arkadaşlara anlattığımda bin dereden su getiriyorlar. Efendim ya fiyat değişirse… Ya kaza yaparsan, ya sana çarparlarsa… Her şey, her şey yazışarak ya da telefonla konuşarak hallediliyor. Araç sahibi bir adım atmıyor. Sigortaya ödeyeceğiniz parayı bankanız ödüyor. Bu yöntem Türkiye’de de var.
Türkiye’de yaşadığım bir olayı anlatayım. Edebiyat profesörü, üniversitede bölüm başkanı, kırk eserin yazarı arkadaşımın arabasının sigorta süresi bitmiş. Onu uzattırmak için şirkete kadar gitmeliymiş. Birlikte Eskişehir yolu üzerinde Konut Kent’ten yola çıktık. Ankara’da Çankaya sırtlarında araya araya sigortanın sokağını bulduk. Sokak üzerinde araya araya arabamızı park edecek yer bulduk.
Sonra sigortanın bulunduğu apartmanı bulduk. Apartman içinde sigortayı bulduk. Sigıorta içinde işimize bakan bayan helaya gitmiş, onun dönmesini bekledik ve işimiz hallolunabildiğinde, bu iş için aşağı yukarı beş saatimiz heba olmuştu.
Ve Türkiye’de insanlar içinde yaşatıldıkları ortamın bir değişik biçimini bilmediklerinden, hayal dahi edemediklerinden “Ne yani, başka türlü bu konu nasıl halledilebilir?” diye isyan ediyorlar.
Sevgili kardeşlerim, aziz yurttaşlarım, seçim hitabı gibi oluyor ama, niye bu işler ve buna benzer pek çok işler Avrupa Birliği ülkelerinde nasıl yürütülüyor, diye bir bakmıyorsunuz?
Bir başka konu… Trafik cezaları Türkiye’de bir türlü tahsil edilemez. Danimarka’da bir tek kişi yoktur ki, trafik cezasını bir gün geciktirebilsin. Nasıl mı oluyor? İzin verin, bu konuyu gelecek yazıda anlatayım…

Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.