1920’li yılların İzmir fotoğraflarıyla bugünkü kentin görünümündeki benzerlikler tek tek sayılabilecek kadar azalmış durumda ama farklılıkların birçoğu ne yazık ki bizleri mutlu edecek nitelikte değil. Örneğin 9 Eylül 1922’yi izleyen günlerde İzmir’in büyük bölümünü yok eden yangından arta kalan alanlarda şimdi o yangından kalan hiçbir iz yok ama bugünkü kentimizin birçok bölgesi yangın yeri gibi. Kentimizin yarıya yakını yasa dışı biçimde, hiçbir plan disiplinine uyulmadan, hiçbir mühendislik hizmeti almadan yapılan yapılardan oluşuyor. Kentimizde sanki iki ayrı çağ, iki ayrı uygarlık, iki ayrı dünya ve iki ayrı yaşam var.
Öteki büyük kentlerimiz de çok farklı değil aslında. Ülkemizde on yıllardır yürütülen iktisadi politikaların ürünü olarak, 1950’li yıllarda başlayan kitlesel göçlere dayalı hızlı kentleşme süreci kentlerimizi yeniden kurtarılmaya muhtaç duruma düşürdü. Başta İstanbul, Ankara ve İzmir olmak üzere, birçok kentimizde yapılacak köklü yatırım ve değişiklikler bilimsel çalışmaların ürünü planlarla değil “kudretlilerin” kararlarıyla belirlendi. Bu anlayış, o dönemden günümüze neredeyse hiç değişmeden sürüp geldi. 1980’li yıllar keyfiliğin, pervasızlığın, yasa ve hukuk tanımazlığın zirve yaptığı dönem oldu. “Gecekondu mafyası, otopark mafyası, ihale mafyası” gibi söylemler bu yılların ürünü olarak ortaya çıktı.
9 Eylül 1922’de düşman işgalinden kurtarılan İzmir’di ama gerçekte ülkemiz emperyalizmin boyunduruğundan kurtulmuştu, o tarihte. İşgalci yabancıydı, bize düşmandı, varlığımıza kastetmişti. Oysa şimdi yeniden kurtarılmayı bekleyen kentlerimizi bu duruma düşürenler ne yabancı, ne düşman ne de varlığımıza kastedenlerdir. Ülkemizin kentleri hepimizin sorumluluğunda, “elbirliğiyle” bu duruma getirilmiştir. Kimimiz daha çok, kimimiz daha az suçlu olsak da sorumluluk hepimizindir. Suç anonimleştikçe sorun büyümekte, kalıcılaşmakta ve kurtuluş daha da güçleşmektedir. Buna karşılık “sorun” olarak nitelenen her durum için olduğu gibi kentlerimizin sorunlarının da çözümü vardır. Sorunlar karşısında yılgınlığa düşmenin, çaresizliğe teslim olmanın anlamı yoktur.
Elimizde koskoca imparatorluktan geriye yalnızca orta Anadolu’nun kaldığı, vatanın bütün kalelerinin zapt edildiği, bütün tersanelerine girildiği, bütün ordularının dağıtıldığı; iktidara sahip olanların aymazlık, sapkınlık ve hatta ihanet içinde bulundukları koşullarda bile yılgınlığa düşmeyenlerin azim ve kararlılığı kentlerimizi bugünkü sorunlarından kurtarmak için bize örnek olmalıdır.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.