Onbeş gün öncesinden gazetelerin manşetlerinde İzmir’in Cumhuriyet Bayramı’na çok daha coşkulu hazırlandığı vardı.
Tiyatrosundan konserine, fener alayından cumhuriyet yürüyüşüne, sergilerden söyleşilere İzmir ve tüm ülke Cumhuriyet’i kutladı. Coşkusu size yansıdı mı, içinizde gerçekten “Atatürk’ü, Cumhuriyet’i, Bayram”ı hissetiniz mi bilmiyorum ama benim bayramıma karşılık gelmedi. Çünkü ‘daha çoğuna, daha fazlasına, dahasına’ ihtiyacımız var, özellikle bugünlerde.
Cumhuriyet kutlamaları kapsamında birçok etkinliğe katıldım ama burada sadece ikisinden söz edeceğim…
Sabancı Kültür Merkezi’nde Mali Müşavirler Muhasebeciler Birliği Derneği İzmir Şubesi’nin düzenlediği bir panel vardı. Tüm panelistler çok güzel bilgiler verip, dinleyicileri aydınlattılar. Bildiklerimizi hatırladık, bilmediklerimizi yetkin ağızlardan öğreniyor olmanın keyfini yaşadık. ‘Hatırla-dık, yaşa-dık, dinle-dik, öğren-dik” diye çoğul çoğul konuştuğuma bakmayın, koca salonda hepi topu 20-25 kişiden fazla değildik. Panelistlerden, Dokuz Eylül Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Tülay Özüerman konuşmasına “Boş salonlara sesleniyoruz… Coşkumuzu mu kaybediyoruz? Artık cumhuriyeti konuşmakta mı istemiyoruz? Niye bu kadar duyarsızız?” cümleleriyle başladı.
Yok öyle bir şey Sayın Hocam; konuşmaya gelince hepimiz konuşuyoruz, çenemizle bir sorunumuz yok evelallah. İş, konuştuklarımızı eyleme çevirmekte… Tam da burada bir sorun var, ü-şe-ni-yo-ruz… Ateşli konuşmaların içinde birlik-beraberlikten söz edip, örgütlenmekten bahsedip örgütün içinde olmamayı tercih ediyoruz, burada bir sorun var. Duyarsız mıyız hocam? Haksızlık ediyorsunuz… Duyarlıyız ama n’olur bizi sıcak evimizden, işyerimizden kaldırıp; panellere-seminerlere-yürüyüşlere-meydanlara sürüklemeyin hocam, gerçekten üşeniyoruz.
Bu 29 Ekim’de bir kez daha gördüm ki, laiklikten, devrimcilikten aydınlıktan söz eden ‘aydın’ların; gelecekte kara çarşafa girmekten korkan genç kızların, bugünkü idareden (eğitim şartlarından, işsizlikten, ekonomik çıkmazlardan) şikayet edip ‘böyle gitmez’li cümleler kuran delikanlıların, vatanın satıldığını orada burada büyük harflerle söyleyen amcaların, İzmir laiktir laik kalacak” diye sloganlar atan ablaların yani herkesin üzerine bir ölü toprağı serilmiş durumda. Bir kez daha gördüm bunu. Çünkü eksiktik. Çünkü bir avuçtuk yine. Çünkü ‘az’dık…
İkinci panel Balçova Belediyesi’nin düzenlediği Cumhuriyet Devrimi ve karşı devrim süreçleri konulu paneldi. Paneli Cumhuriyet Gazetesi İzmir Bölge Temsilcisi Serdar Kızık yönetti. Cumhuriyet Halk Partisi İzmir Milletvekili ve Grup Başkan Vekili Kemal Anadol, CHP Manisa Milletvekili Şahin Mengü ve Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay da konuşmacı olarak katıldı. Salonun küçüklüğü ve herkesin ayakta kalmasının dışında her şey muhteşemdi. Katılım iyiydi bu kez, ancak katılımcılar genellikle 12 Eylül’ü yaşamış kişilerdi. (Yani orta yaş ve üzeri) Oysa, ben istedim ki İzmir’in bütün gençleri orada olsun. Ders kitaplarında öğretilen, ezberletilen Cumhuriyet bilgilerine ter, kan, dava, ilke, inat, coşku, hüzün, öfke, hak-haksızlık duygularını da harman etsinler. Gerçekten neredeyiz, neyiz, nereye gidiyoruz farkına varsınlar. Farkına varsınlar ki oyuna gelmesinler. Farkına varsınlar ki Cumhuriyete, laikliğe, Atatürk’e, bu ülkeye sahip çıksınlar. Onlara çok iş düştüğünü bilerek; düşünen, yorumlayan, irdeleyen, farkında olan, sahiplenen insanlar olsunlar.
“Sandıkların adı Cumhuriyet olsun” diye bitirdi konuşması Sayın Tülay Özüerman.
Balbay’ın konuşmasının sonunda ise anlamlı bir mesaj vardı: “Hepimiz ayrı ayrı harfleriz. Tek başımıza bakıldığında bir anlam ifade etmeyiz. Eğer, birleşirsek bir sözcük oluşturabiliriz. O harfleri birleştirmenin zamanıdır şimdi. Öyle bir birleşmeliyiz ki okunduğumuzda Mustafa Kemal Atatürk çıkmalı…”
Lafı uzatmaya gerek var mı?
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.