O ülkede geceliği 8 bin YTL olan oteller, gece aç yatan ve aslında hiçbir zaman karnını doyuramayan insanlar bulunmuyor. Orada “varlık içinde yokluk” çekilmiyor; tüm kaynaklar verimli değerlendiriliyor, zenginlik gürül gürül fışkırıyor ve tüm yurttaşlar arasında hakça dağılıyor. Ülkenin her yanı planlı biçimde gelişiyor, insanlar doymak için, iş bulmak için, eğitim ya da sağlık hizmetlerine erişmek için bir yandan bir yana akın akın göç etmiyor.
O ülkede durup dururken yıkılan binaların altında, yetersiz sağlık hizmetlerinin sonucunda çocuklar, bebekler; ne zaman nerede patlayacağı belli olmayan bombalarla insanlar ölmüyor. O ülkede yüz yıllardır bilinen ve yaşanan doğa olayları binlerce insanın canını alan afetlere dönüşmüyor.
O ülkede çalışanlar sefalet ücretine mahkûm bırakılmıyor; bu ücrete bile razı olmasına karşın işe giremeyen milyonlarca insan bulunmuyor. Ülkenin gençleri en yüce değerin “emek ve bilgi” değil “para” olduğunu, paranın güç, iktidar ve saygınlık sağladığını görerek yetişmiyor. Ülkenin kurucusunun geleceğin güvencesi olarak gördüğü gençler, insan ve ülke sevgisiyle yetişiyor. Bu nedenle hiç kimse ülkenin geleceğinden endişe duymuyor.
O ülkede en büyük yatırım eğitim, sağlık ve adalet hizmetleri için yapılıyor; çünkü ülke yöneticileri eğitim, sağlık ve adalet hizmetlerindeki bozulmanın kısa süre içinde ülkenin her yanında çürümeye ve yozlaşmaya yol açacağını biliyorlar.
O ülkede bin bir uğraşla yıkılmış hanedanların yerine seçilmiş hanedanlar ortaya çıkamıyor; hiç kimseye hiçbir koşulda toplumsal ve siyasal ayrıcalıklar tanınmıyor. O ülkede, çalışmadan, emek harcamadan, havadan para kazanılamıyor; o ülkeyi hiç kimse arsa/arazi spekülasyonu ve ucuz emek cenneti olarak niteleyemiyor. O ülkede hiçbir iktidar kamu mallarını satmakla övünmüyor, aslında bu kimsenin aklından bile geçmiyor.
O ülkede vergi ödemek “enayilik” olarak görülmüyor; çünkü ödenen verginin “yol, su, elektrik” olarak gerçekten halka döneceğinden; vergi kaçırmaya kalkışanın da asla cezasız kalmayacağından kimse kuşku duymuyor.
O ülkede insanlar öldükten sonra kavuşacakları cennet hayaliyle değil, bu dünyayı cennete çevirme özlemi ve çabasıyla yaşıyorlar. Bu nedenle de yaşamı cehenneme çeviren hiçbir uygulama o ülkede hoş görülmüyor; orada hiçbir suç cezasız, hiçbir iyilik ödülsüz kalmıyor.
İşte bu ülke Mustafa Kemal’in düşlediği Türkiye. Ölümünden yetmiş yıl sonra, onun düşlerinin neresindeyiz dersiniz?
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.