Aslan yattığı yerden belli olur

Her insan ve her toplum kendine özgü yaşam çevresi oluşturur. Ülkelerin, kentlerin, mahallelerin, sokakların ve evlerin; hatta evde ya da işyerinde -varsa- kendimize ait odaların fiziksel karakterini belirleyen bu gerçek, “aslan yattığı yerden belli olur” atasözümüzle özlü biçimde ifade edilmiştir.

Geçen hafta görevle gittiğim İsveç’in başkenti Stockholm kentinde dolaşırken kendi kendime sık sık bu atasözümüzü tekrarladım ve İsveçli “aslanlarla” Türkiyeli “aslanlar” arasındaki farklılıkları belirlemeye ve anlamaya çalıştım, çünkü “yatılan yerler” arasında çok büyük farklılıklar vardı. Aslında ilk bakışta her şey aynıydı. Orada da otoyollar, tarihi yapılar, asfalt ya da taş kaplı yollar, otoparklar, kaldırımlar, engelli rampaları, meydanlar, anıtsal kamu yapıları, heykeller; otomobiller, toplu taşıma araçları; duraklar, iskeleler; büyük ya da küçük mağazalar, alışveriş merkezleri; parklar, bahçeler, ağaçlar, çiçekler; böcekler, kediler, köpekler, kuşlar var, bizim kentlerimizde de… Orada da deniz, körfez; yük ve yolcu gemileri, lokanta tekneler, iskelelerde lokantalar var, bizde de… Orada da kentin yerlisi ya da yabancısı insanlar yaşıyor, bizim kentlerimizde de… Bütün bunlar aynı ama yine de arada çok büyük bir fark var. Neydi bu fark? Bu soru sürekli beynimi kemiriyordu ama sanırım sonunda buldum yanıtını. Onlardakiyle bizdeki çevre kalitesi çok farklıydı. İyi ama bu farkı yaratan neydi?

İsveçli kendisine, başkalarına, doğaya, tarihe ve bilime; yönetenler yönetilenlere saygılıydı; yapılan her işte bu saygının ürünü özen vardı. Yalınkat, yalap şalap şeyler hoş görülmüyordu. Kurallar uyulmak için konulmuştu ve kurallara uyuluyordu. Örneğin, engelli otoparkına onların dışında kimse park etmiyordu; kimse arabasını kaldırıma bırakmıyordu; gelir düzeyine bağlı, artan oranlı yüksek vergileri herkes zamanında ödüyor ve kamu hizmetleriyle karşılığını alıyordu. Ödenmeyen vergiler ikide bir affedilmiyordu. Kayıt içi ve kayıt dışı diye birbirine paralel iki ayrı ekonominin varlığı kabullenilmiyordu. Devlet, toplamadığı kazanç vergisinden doğan açığı yüksek faizli iç borçlanmayla ve dolaylı vergilerle kapatmaya çalışmıyordu.

Yüz binlerce kilometrekarelik ormanlarla kaplı ülkede kentler bu ormanların içinde gizlenmiş gibiydi. Ormanları yok edip yerleşme alanları açmak; denizi fosseptik olarak kullanmak, “denize sıfır” yapılarla kıyıyı bireyselleştirmek kimsenin aklından bile geçmiyordu. Tarihi yapılar değil tarihi bölgeler korunuyordu.

Kimin ne yediği, ne içtiği, ne giydiği, nasıl yaşadığı, neye inandığı ya da inanmadığı kimsenin umurunda değildi ama herkes herkesin ne yaptığıyla, ne ürettiğiyle, toplum içinde nasıl davrandığıyla, ne kadar vergi ödediğiyle; kamunun topladığı vergiyi nasıl değerlendirdiğiyle, topluma sunulan hizmetin kalitesiyle yakından ilgiliydi. Kısacası İsveçlinin ilgi alanları bizimkinden çok farklıydı.

İlgi alanları bu denli farklı olan toplumların oluşturduğu fiziksel çevreler arasında kuşkusuz ona denk düşen farklılıklar olacaktı. Atalarımız çok doğru söylemişlerdi; “aslan yattığı yerden belli oluyordu”.

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın