Yolda ilk olarak Kızkumu’na gittik. Ben anneme sordum, niye oranın adı Kızkumu diye? Annem de bununla ilgili bazı efsaneler olduğunu söyleyip anlattı:

Bir başka efsaneye göre ise zengin adamın kızı balıkçıya kaçarken askerler tarafından vurulmuş ve kumlar kanıyla kırmızıya boyanmış. Bir başka yerde de korsanların saldırısından kaçmaya çalışan kızın vurulduğu yazıyor. Bence bunlar da doğru değil. Orada bir dere var, denize akıyor. Belki de o derenin kumları denizde birikmiştir ve böyle bir görüntü oluşmuştur.

Şelale ise çok güzeldi. Su buz gibi… Ama eğlenceli. Suyun iki üç metreden aktığı yere geçti babam. Ben de yakınındaydım. Annem fotoğraf çekti. Her yer yemyeşildi. O kadar serindi ki, sanki çok sıcak bir gün değilmiş gibiydi.

Gelince hemen denize girmek istedim. Pansiyonda Yaren diye biriyle tanıştım. Benden bir yaş büyük. Sekiz yıldır oraya geliyorlarmış. Denize girdik. Su hemen derin oluyordu ama çok güzeldi. Karşıda adalar vardı. Oraya gidip geliyorduk yüzerek. Akşam yemeğe giderken dolaşa dolaşa fotoğraflar çektik babamla. Batmış bir tekne gördük. Birisinin içine de su girmişti.

Akşam çok güzel bir uyku çektik. Sabah erken kalktık. Kahvaltıdan önce denize girdik. Deniz çok güzeldi. Kahvaltıdan sonra pansiyon sahibi Süheyla Teyze’nin teknesi Derinsu’yla Mercimek Adası’na gittik. Orada Süheyla Teyze’nin keçileri vardı. Arada bir gidip su verirmiş. Bir de orada bahçe yapmış, sebzelerle zeytin ve incir ağaçları var. Ancak o gün kötü bir şey olmuş. Keçiler çit olduğu halde bahçeye girmişlerdi. Bütün sebzeleri yemişler, zeytin fidanlarını da kurutmuşlardı. Dışarıda kocaman bir incir ağacını da keçiler kurutmuş.

Süheyla Teyze keçilerle uğraşırken biz de çevreyi dolaştık. Karşıdaki Yunan Adası çok yakın görünüyordu. Yüzerek gidebilirdik. Tekneden denize girdik. Denizin bir yeri sıcak bir yeri soğuktu. Akın Ağabey çok güzel denize atlıyordu. Dönüşte Adaboğazı denilen bir yere gittik. Denizin ortası olmasına rağmen deniz çok sığ ve kumdu. Orada çok güzel daldım. Fazla balık göremedim ama olsun.

Yemekten sonra pansiyonun önündeki masalarda oturup sohbet ediliyordu. Gökyüzünde çok yıldız vardı. Ama hangisinin kutup yıldızı olduğuna karar veremediler. Yaren’in annesi astronom bir tanıdığını aradı. Herkes en yakın gözüken yani en çok parlayan yıldızı Venüs bilirdi ama o Jüpiter’miş. Onu öğrendik. Ben de şaşırdım. Ama kutup yıldızı konusunda hala anlaşamamışlardı.

Dönüşte yine Marmaris’e gelmiştik. Eve dönüş zamanı gelmişti. Yolda babam biraz rahatsızlandı. Annem çok buzlu ve soğuk yememi içmemi istemez. Babam hasta olunca neden olduğunu anladım.

Yazımı bir şiirle bitirmek istiyorum. Ama bunu ben yazmadım. Bozburun’a birçok sanatçı geliyormuş. Biz de bazılarını gördük. Bunlardan birisi de Bülent Ortaçgil. Benim çok sevdiğim Zuhal Olcay’la birlikte şarkı söylerken de televizyonda görmüştüm. Bülent Ortaçgil, Bozburun’la ilgili bir şiir yazmış. Belki bir gün ben de yazarım!
BOZBURUN
boz taşlar önümüzde
cebimizde yalnızlık var
şu dümdüz büyüyen gecede
tek dostumuz yakamozlar
kimsesiz koylar ortasında
her biri başka siyah bu dağların
güneşi yolladık bütün renklerle
oyuncağıyız artık alışkanlıkların
en küçük bir ses bile sanki gök gürültüsü
içim kıpır kıpır deniz kıpırtısız
içim kıpır kıpır deniz kıpırtısız
kokuların şarkısı başlar
ne çocuk sesi ne kent uğultusu gelir
mişli geçmişde sorunlar saklanır
aya dokunmanın tam zamanıdır
içim kıpır kıpır deniz kıpırtısız
içim kıpır kıpır deniz kıpırtısız
gece giderek yayılmaktadır
yıldızlar herkese göz kırpmaktadır
güzellikler paylaşılmak ister
sevdiğim uzakta belki uyumaktadır
en küçük bir ses bile sanki gök gürültüsü
içim kıpır kıpır deniz kıpırtısız
içim kıpır kıpır deniz kıpırtısız
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.