Truman Show’un “zavallı kahramanı” Jim Carrey’in yolu buralara düşse donup kalırdı. Onun kapıyı çarpıp terk ettiği dünyaya bizim ne denli baygın olduğumuza bakar, şaşkınlıktan dilini yutardı. Seyretmemiş olanlar için biraz anlatayım. Truman için kurulan “sahte” dünyada herkesler oyuncudur. Bunu bir tek Truman bilmemektedir. Kameralar her anını görüntülemekte ve tüm ülke bunu seyretmektedir. Bir gün Truman işin farkına varıverir ve kameralarla sarılı o dünyadan çekip gider.
Bu filmin tam tersi bizim hayatımızdır. Kamera olsun da çamurdan olsun. İlle de bizi göstersin, ille de bizi seyretsinler. Kamera varsa şöhret var, kamera varsa imaj var, kamera varsa görkem var. Velhasıl ille de kamera…
O güzelim gençlerin birilerinin karşısında süklüm püklüm halleri içimi acıtıyor. Oysa onlar hallerinden çok hoşnut. Pop star olmak için kuyruğa girmiş şişman kız, jürideki taşralıya şişmanlığının hesabını verirken ağlıyor, ama pes etmiyor, ille objektif…
Muhtaç garibana bir parça yardım eli mi uzatılacak, ille de kamera.
Şarkıcı olmak isteyen hanım kızımız ünlü birinin tecavüzüne uğradığını mı açıklayacak, yansın objektiflere yol gösteren tüm ışıklar…
Polise teslim olması gereken suçlu gencin gitmesi gereken yer karakol değil mi? Hayır ille de televizyoncu abileri yanında olacak ve kameralar çalışacak…
Kamera ışığı görmeyen tüm hayatlar artık sanaldır. Gerçek olan, dayatılan sanallık, sahtelik. Gösteren memnun, seyreden memnun.
Peki bana ne oluyor?
Ne yazık ki Truman kadar şanslı değilim. Kapıyı vurup gidebileceğim bir yer yok. Hangi kapıyı vurup çıksam kameralar, kameralar. Bildiğim bir tek şey var, Truman’dan çok daha beter bir durumdayız…
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.