Ben de meşhur olmak istiyorum…

Hemencecik şu köşe yazımı “attırıp”, televizyondaki söyleşimi de aradan çıkarıp bir solukta dizi setime koşturayım. Övünmek gibi olmasın, ama valla ben harikayım. Kıskananlar ister çatlasın, ister patlasın…

“Onları” okurken, dinlerken, izlerken bu tür “şaklabanlıklar” yapmadan edemiyorum.

O genç gazeteci, çok güzel yazılar yazıyordu; ağırlıkla da medya etiği üzerine ilginç yaklaşımları vardı. Severek okuyordum ve içimi bir ferahlık kaplıyordu. “İşte gençler geliyor, hiçbir şey eskisi gibi olmayacak” diye zırvalıyordum…

Sonraları o genç gazeteciye bir yarışma programında rastladım. Bağrışılar, çağırışlar, alkışlar falan. Daha daha sonraları artık iyice “kaynaştık”, ekranlardan akraba gibi olduk. Söyleşi programları ve en son reklamlar… Hatta magazinciler bile birkaç kelime almak için mikrofonlarını uzatır oldular.

Çok bozuldum.

Oturup bir mektup yazdım. İçimin nasıl acıdığını anlattım.

Artık o genç gazeteciyi okuyamıyorum. Daha doğrusu kendimi veremiyorum. En güzel satırlarına dalmışken, “pat” diye o yarışma programından bir kare çakılıyor önüme ya da bir kahkaha sesi… Vazgeçtim, bıraktım…

Baktım gençlerden hayır yok, bari biraz yaşlılara takılayım dedim.

Ciddi gazetelerimizden birinde, Dünya, Türkiye üzerine önemli konulara, ara sıra da romantizme “parmak basan” orta yaşlı bir köşe yazarımız.

Bir gecede onunla ilgili yaşadıklarıma kesin inanmayacaksınız, biliyorum. Ama yemin ederim harfiyen gerçek.

Rastlantı ya, o akşam en son onun yazısını okuduktan sonra televizyonun karşısına geçtim. Kanalları gezinirken bir de baktım o. İkili bir söyleşi programı. Karşısındaki ne kadar yumuşak, kibar ve rahatsa o, o kadar haşin. Söyleşinin ortalarında sıkıldım hadi başka kanala geçeyim dedim. O da ne? Yine o. Bu kez bir dizide gülerek bir şeyler anlatıyor.

Yabancılaştırma efekti gibi…

Okuyor, duyuyor, görüyor, “şapşırıp” kalıyorsun. Birinden kaçarken diğerine yakalanıyorsun.

Neyse ben bu zırvalarla cebelleşirken, medyamızda önemli şeyler oluyordu. Önce Fuat Uğur’a ardından Umur Talu’ya “büyük medya”ca gönderilen sanki düzeltmeymiş gibi görünen, ama aşağılayıcı ifadelerle dolu tekzip metinleri kimilerinin sinirlerini bozarken kimileri de “hiçbir şey olmamışı” oynuyordu.

Bu kez uyanık davrandım ve olayın vahametini hemen çaktım.

Konuya dikkat çeken bir yazı yazdım. Sürekli yazdığım siteler dışında, epeyce dosta da gönderdim; görmeyen, duymayan olmuştur diye. Çok önemsediğim sitelerden birinin yetkilisine bu önemli olayı neden görmezden geldiklerini sordum. İster inanın, ister inanmayın gelen yanıtta aynen şu tümce yer alıyordu:

“…siz buna dikkat çektiğiniz anda gündeme getirilmesi mi sizin sorununuz yoksa bunun sizin tarafınızdan gündeme getirilmesi mi?”

Değil mi ya.

İnternette neden yazıyoruz?

Adımızı unutturmamak, gündemde olmak, hokkalanmak ve daha ileri gidip şöhret olmak…

Ne yaparsam yapayım, ne yazarsam yazayım, bunun bir paylaşma, dertleşme olduğunu anlatamadığıma göre, son çare oturup içimdeki tüm aşağılık komplekslerimi önüme serdim. Beni en çok titreten, yerden yere vuran, karın ağrılarına sebep olan kompleksimi buldum.

Onlardan ne eksiğim vardı: Evet arkadaş ben de meşhur olmak istiyorum…

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın