Doğal olarak hafta sonu iple çekiliyor. Serin denize kendini bırakmak ve saatlerce yüzmek, bir hafta boyunca sürüp giden çalışmanın acısını çıkarmak ve yerini keyfe bırakmak. Yaz aylarında hemen herkesin en büyük hayali bu olsa gerek. Tabii otomobili olanlar için sorun yok. Geceden atlayıp diledikleri yerlere gidebilirler. Ama aracı olmayanların işi zor. Yine de çözüm yok değil.
Geçen hafta Karaburun ile Üçkuyular arasında başlayan Katamaran seferleri beni oldukça mutlu etti. Neden mi? Kapınızın önünden bineceğiniz otobüs sizi Üçkuyular İskelesi’ne kadar götürüyor. Oradan doğru Karaburun. Bir gece pansiyonda konaklama ertesi gün tekrar Katamaran’a atla, İzmir. Hem de çok pahalı değil…
Bir kişi 12 YTL Tabii her hafta gitmek tuzluya patlar. Yani ayda bir Karaburun gezisi fena mı olur? İzmir’in oksijen deposu, kirlenmemiş ender denizi, çivit mavisi rengiyle herkese her keseye kucak açıyor. Ben deneyeceğim ve burada anlatacağım.
Şimdi gelelim attığımız başlığa. İzmir’e gerçekten çok yakın. Narlıdere otoyol gişelerinin hemen girişindeki levhada yazıyor. Urla 27 kilometre. 20 dakika içinde otoyoldan Urla’ya ulaşılıyor. Urla’ya girerken sizi hızla büyümeye başlayan yolun sağında ve solunda yer alan çınar ağaçları karşılıyor. Urla’ya o kadar çok çınar ağacı dikildi ki. İster eski yoldan gelin, ister otoyoldan. Mutlaka çınar ağaçlı bir yoldan geçiliyor. Buna köyler de dahil.
“Neden bu kadar çok çınar ağacı dikildi” diye bir ara düşündüm. Sonra aklıma geldi. Askerlik sonrası Urla ve İzmir’de avukatlık ve memurluk yapan yazar Necati Cumali’nin “Yağmurlar ve topraklar” adlı eserinin büyük bir bölümü Urla’da geçiyor. Bir bölümde bakın ne anlatıyor yazar.


Çarşı içindeki sokağı takip ediyorsunuz pazaryerini ve tarihi çeşmeyi geçtikten sonra yüz metre ileride sağdaki levhaya kadar ilerleyin. Solda kaynak çeşme bulunuyor. Buradan bidonlarınıza taze su doldurabilirsiniz. Dilerseniz tarihi çeşmenin hemen solunda yer alan kahvelerde soluklanıp çay yudumlayabilirsiniz. İnsanlar güler yüzlü ve sevecen. Ne de olsa Egeli…

Yol üzerinde Kuşçular Köyü var. Ama tarlalarda tek tük evler sıralınmış gözü hiç rahatsız etmiyor. Yolun iç kısımlarında siteler oldukça yoğun. Çünkü bunu levhalardan anlıyoruz. Çam ağaçlarının yoğunlaşmaya başlamasıyla birlikte karşınıza bir yol ayrımı çıkıyor. Sağdan da giderseniz Demircili, Soldan da giderseniz Demircili. Ormanın kenarında sıcacık bir köy. Küçük bir meydanı ve Atatürk büstü var. İlköğretim Okulu depremin ardından oldukça hasar görmüş. Buna karşın hızlı bir şekilde onarılmış ve eğitime açılmış.

Demircili koyun çevresi yıllar önce çam ormanlarıyla kaplıymış. Bunu kalan ağaçlardan daha iyi anlıyoruz. Kafası az çalışan bir köylü anız yakarken ormanı da yok etmiş. Nedendir bilmem bu bölgede bir daha fidan dikim çalışması yapılmamış. Bölgeyi çalılıklar kaplamış. Biraz da arta kalan çam ağaçları. Ancak Demircili koyun çevresi zeytin ağaçlarıyla kaplı. Bu ağaçların altında piknik yapmak, çadır kurmak ve gecelemek mümkün. Giriş ücretli her gece konaklamak için 10 YTL ödeniyor. Çadırda on kişi kalsa bile. Suyu ve tuvaleti var. Çadır kuranlar için bunlar çok önemli.

Demircili koy gün boyu rüzgar aldığı için sıcak insanı hiç etkilemiyor. Çadırı kurarken rüzgarın yönünü iyi belirlemek gerekiyor. Kapısını mutlaka rüzgara çevirin ki sabaha kadar esip dursun. Sabah çadırda ve Demircili koyunda uyanmak çok keyifli. Tulumbadan su çekmek buz gibi suda el ve yüz yıkamak kahvaltıya oturmadan önce serin sulara kendini bırakmak hafta boyunca yaşanan koşuşturmayı bir anda unutturuyor.
Demircili Köy, İzmir’e çok yakın. Fazla masraf yapmadan konaklanacak onlarca koyu var. Benden önermesi. Bir gece de olsa konaklamak size kalmış… Hem de bölge sit alanı. Yapılaşma hemen – hemen hiç yok gibi köyün içi hariç. Sadece özel izinle yapılmış ahşap bir ev ormana sırtını dayamış. Herkesin gözü de onun üzerinde zaten.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.