İnadına bayrak, inadına birlik!

Seçim de adaylar da umurumda değil. Yaşamımda ilk kez “kararsız”ım . Elbette oy hakkımı kullanacağım. Elbette oyumu verecek partiyi de adayları da sınayacağım. Herkese de aynısını öneriyorum. Yurttaşlık hakkımızı kullanabilmek, sorgulamak, eleştirmek, istemenin yolu bundan geçiyor çünkü. Oy vereceğiz ki, “vekâlet” verdiklerimizi sınayabilelim.
Ama öyle ya da böyle, demokrasinin “yaşam biçimi” olamadığı ülkemizde, demokratik seçme hakkımızı kullansak ne olur kullanmasak?
Aday sıralamalarını biz mi yapıyoruz?
Partilerin genel başkanları bizden çok mu akıllı?
Aday gösterilenlerin, gösterilmeyenlerden ne üstünlüğü var?
Mesela oy vermeyi tasarladığım partinin 4 veya 5. sırasındaki adaya “gıcık” oluyorum. Saygı da duymuyorum. Ama birinci sırasındaki adayı pek bir sever, sayarım.
Ne yapayım şimdi? Oy versem sorun, vermesem daha büyük sorun. Ya benim vereceğim oy ile o hiç de içime sindiremediğim “efendi” vekil olursa? Allah korusun. Ben bu vebali nasıl taşırım?
Neyse bir yol bulacağım. Ama inanın kendimi “özgür” hissetmiyorum. Peki, adeta saltanat ruhuyla bize “vekil adayı” dayatanlara damga vurarak demokrasicilik oynamış olmuyor muyuz?
Yazının başında söyledim, özür dilerim ama umurumda değil. Benim içim o gencecik yiğitlere yanıyor. Üst üste kaç şehit verdik böyle. Sanki hep de buralardan. Hep Ege’den sanki. Terör neden bir anda arttı böyle? Genelkurmay Başkanımız ne demek istiyor? Tam da seçim sürecinde üst üste şehit vermenin mutlaka bir anlamı olmalı. Yine “sahte dostlar” ve “naylon müttefikler” bir şey mi istiyor bizden? Ya o canının Türkiye’ye borçlu “kabile reisleri” ne sanıyor kendini? Küstahlıklarının gücünü kimden alıyor dersiniz?
Allah çocuklarımızı korusun demekten başka bir şey gelmiyor elimden. Yok, yok, bir şey var. Seçimde “gerçek demokrasiyi” yakalayabiliriz belki. Ama o ya da bu parti de olsa asıl olan vatandır, bayraktır, şanlı geçmiş ve umutlu gelecektir. Karamsar da olsak, umutsuz olma hakkımız var mı?
O halde?
O halde, kim olursak olalım; neye inanırsak inanalım; hangi düşünceden olursak olalım, nerede doğmuşsak doğalım; velev ki Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıyız, o halde “denizaşırı kaynaklı” teröre karşı birliğimizi, evimize, aracımıza, iş yerimize asacağımız şanlı ay yıldızlı al bayrakla haykıralım.
Belki Büyükanıt Paşa da bunu demek istemiştir? Kim bilir?

“Erguvaniler”i okuyun!

Agâh Agamemnon dedemizin yazısından sonra kitabı aldım. Tayfun Er’in yazdığı “Erguvaniler” isimli kitabı mutlaka okumanızı öneriyorum. Kitabın kırmızı bir kapağı var. Kapağı açtığınızda kırmızı bir sayfa daha bulunuyor. Bunun bir anlamı var mı bilmiyorum. Çünkü kitabı daha yeni okumaya başladım. Lakin Tayfun Er’in mantığına hayran oldum. Hele “Türkiye’de iktidar doğanlar” söylemi, müthiş doğrusu. Agâh Dede bence doğru bir seçim yapmış. Size şimdilik şu kadarını söyleyeyim. Artık 40 yaşına geldim. Sayısız kere işsiz, parasız kaldım. Hala iki yakam bir araya gelmiyor. Vefaya inancımı yitirecek kadar “yalnız” kaldım. “Düştüğümde” yanımda olanlar hep aynı insanlardı. Ama etrafıma bakıyorum da, öyle insanlar var ki, kendi kendime soruyorum: “Allah’ım, bunlar hiç işsiz kalmaz mı? Parasızlık çekmez mi?” Ama bu soruların yanıtlarını bulamıyorum. İşte bunun içindir ki size şiddetle “Erguvaniler” kitabını okuyun, Agâh Agamemnon’un yazılarını ise “inadına” kaçırmayın diyorum. İnanın bana Agâh Dede “iyi bir insan”!

“Sürgün” bitecek mi?

Sağ olun benim canlarım, sağ olun. Yatıyorum, kalkıyorum şükrediyorum. Çünkü Allah hiç bir televizyoncuya nasip etmediği bir ayrıcalığı, bana nasip etti. İzmir’de “birileri” çatlasa da, patlasa da “Sabah Resimleri” etkisini hala koruyor. “Sürgün” yazıma öyle karşılıklar geldi ki, sadece teşekkür edebilirim. 15 Eylül 2007 tarihinden beri “ekrana” çıkamıyorum. Ne yazık ki artık gazete yazıları da yazmıyorum. Masa başı görev ise beni ziyadesiyle mutsuz kıldı. Siz benim ne demek istediğimi “anlamışsınız ya” gerisi hikâye vesselam. 15 Eylül’den beri ekranda, 16 Nisan’dan beri de gazetede olmamama rağmen hala “unutulmadık”. Hala izleyenlerimizin, okurlarımızın takdirine şayan oluyoruz.
Ama size söz, yakında çok yakında size öyle bir “bombam” var ki… Yeter ki bu can, bu tende kalır olsun! Bu satırlar da bazı “naylon efendilere” aslanlar gibi “kapak” olsun!

Kahraman gazeteci Hüseyin Erciyas!

Ben ona “medya patronu” diyorum, kızıyor. Ama hayatımda böylesine “insan” bir insan inanın çok az tanıdım. Allah Erciyas’ları “bizlere örnek” kılmış sanki. Kardeşim Hüseyin şimdi milletvekilliğine soyundu. Ne cesaret ama? Ama anlamı büyük. Lütfen Hüseyin Erciyas’ın yazısını okuyun şimdi ve bana dönün….
Okuduğunuzu düşünüyorum.
Haksız mı Hüseyin?
Haksız mı benim canım kardeşim?
Onun cesaretini, yüreğini kaçımız koyarız ki “kurtlar sofrasına”?
Yeter ki Hüseyin Erciyas’ın amacını hissedelim!
Yolun açık olsun kardeşim, Allah sabır versin Saadet!
Şşşşşt “İzmir Birinci Bölge Seçmenleri”! Siz beni “anladınız değil mi?”

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın