Nur içinde yat Ümran kardeş…

Televizyon haberlerinde gördüğümde isimlere dikkat etmedim ama o yüz hemen tanış geldi. İçim ürperdi. Ama aradan o kadar çok yıl geçmişti ki?
1993 ya da 1994’tü onu tanıdığımda. İzmir’in bir daha belki sahip olamayacağı, en özgür en doğru en tutarlı ve en etkili Televizyonu Kanal 1’de tanışmıştık. Kanal 1’in kardeşi FM İzmir 101’in program müdürüydü Ümran!
Patronumuz, gelmiş geçmiş en muhteşem medya patronu Numan Özdil!
Fahri Beyli, Seçkin Öner’li, Fatoş Tanık’lı, Cengiz Duyar’lı, Cihat Taysi’li kadro.
Yeni Asır İşhanı son kat!
Hele Fedai Amcamız da unutulur mu hiç?
Ama Ümran…
O başkaydı be millet. Neden tertemiz yürekli, yardımsever, paylaşmacı insanlar “erkenden” gider ki? Hatırlıyorum da, Star’dan Seçkin’in önerisiyle ayrılıp Kanal 1’e “program müdürü” olduğumda da ben böyleydim. Yani bağıran, çağıran, kızan biriydim. TV içinde de zor zapt edilirdim bazen. O yıllarda Ümran’ın güler yüzü, her sorunu tatlı dille bitirme yeteneği çıkardı önüme. Ümran’ı hiç kırabilir miydik biz? Hiç Ümran’ı üzebilir miydik? Hele ben? Herkese “tantana” ederdim. Kokoca patron Numan Bey’e bile… Ama Ümran… O temiz yüzden hatırladığım sadece “temiz gülümseme” be millet.
İlk kez Yeni Asır’ı sabahın köründe okuyamadım. TV’de gördüğüm “tanıdık” yüzün Ümran olduğunu da çok sonra anlayabildim. Herkes gitmiş cenazesine. Kimse de haber vermeyince, gidemedim, kahroldum. Lakin “fatihamız” ulaşmıştır mutlak!
Nur içinde yatsın kardeşim… Mekânı cennet olsun. Ailesine metanet dilerim Yaradan’dan!
Dünyanın “güzellikleri” bir bir “gidiyor” millet. Bilmem dikkatinizi çekiyor mu?

Ben “TSK yanlısıyım”, ne olacak?

Alın size bir “tezgâh” daha. Bir dergide bir yazı çıkmış. Ardından gazeteler ve televizyonlar bu “büyük” haberi kendilerine “haber” etmişler. Basın meslek örgütleri “ayağa kalkmış”.
“Olur muymuş böyle şey?”
Yapma ya? Oktay Ekşi de karşı çıkmış buna!
Yapma be Oktay Usta.
Hükümet de yapmıyor mu bunu? İş dünyası da yapmıyor mu bunu? Onların ki “demokratlık da” TSK’nın yaptığı iddia edilen faaliyeti ne den “antidemokratik” oluyor?
Alın işte ilan ediyorum. Cebimde “sarı basın kartıyla” ben bir “TSK yanlısı gazeteciyim” ne olacak?
İş dünyasında, siyasette “patronun işlerini kovalamak” ayıp değil de bu mu ayıp? “Tüccar gazetecilik” gazetecilik de, AB tezgâhlarına karşı TSK’yı savunmak neden “gazetecilik” değilmiş? Başbakan hazretlerinin basın kişisinin “başbakanı eleştiren basın mensuplarını tehdit etmesine” kim nasıl karşı çıktı? Neredeymiş anlı şanlı ve de “duayen” namıyla maruf Basın Konseyi mi ne, onun başkanı?
Ama TSK yanlış yapıyor, doğru! TSK da sanıyor ki, o “büyük baskı sayısına” sahip gazeteler ve sözde çok izlenen “turuncu” televizyonlar var sadece ortalarda. TSK çok merak ediyorsa anlatayım biraz İzmir’i mesela!
Ah işte ah!
Bir noktaya gelip, susuyorum işte. Hiç kızmayın. “Yutkunduğum” bu an, “bilin ki” haykırıyorum. Türkiye öyle bir noktaya gidiyor ki, korkuyorum, titriyorum. Zira ortalık hep “rol kesenlerle” dolu!

Aziz Başkan “direkten” dönmüş!

Ah be başkan! “safını” belirleyemedin, “sanal ve naylon” güçlerin etkisine kapıldın. Zira “söz” ağızdan çıkar ve bu satırların yazarı da “artık” sessizce “sözünü” tutar.
Cumhuriyet Ege’de Serdar Kızık imzalı bir yazı vardı dün. Okumayanlar, bulsun okusun. Zira İzmir’de öyle bir “esrarengiz tuzak” var ki, az daha Aziz Kocaoğlu bu “tuzağa” düşecekti. Konuyu biliyordum, lakin Serdar Kızık’ın yazması çok iyi oldu. Leon Contante adıl bir Fransız’ın kitabını “birileri” Belediye’ye tavsiye etmiş. Kent Kitaplığı’nda yayınlansın diye. Kitabın içinde, herkesin tüylerini diken diken eden iddiaların olduğu söyleniyor. Hatta bu konuda Kent Arşivi’nin vatansever yöneticilerinin de etkisinin büyük olduğunu duymuştum. İşte Başkan Kocaoğlu, “son adımda” bu rezil oyunu anlamış ve Kent Arşivi “yayın kurulu da” hata yapmaktan vaz geçmiş.
Lakin bu Contante denen adamı İzmir’e “zırt pırt” davet eden, dinleyen ve ciddiye alıp başımıza bela edenlerin teşhirini istiyorum. Bu rezalet, sıradan bir kitabın yayınlanıp yayınlanmaması meselesi değil. İzmir de son denemde bazı “sinerji” veya “düşünce” oluşumlarının “esrarengizliği” ciddi olarak dikkatimi çekiyor. Bu muhteremler İzmir’i “sahipsiz” sanıyorlarsa şimdiden “avuçlarına” bakmaya başlasınlar. Avuçlarını ne yapacaklarını da çok iyi “bilirler”!
Serdar Kızık’ı ve her zaman “tehlikelere” karşı uyarıcı olan Cumhuriyet’i yine kutluyorum. Okuru olmaktan da “onur” duyuyorum! Liboşlara, Levanten şakşakçılarına ve “efendi” özlemcilerine de bir lafım var. Çatlasalar da patlasalar da İzmir GAZİ PAŞA’NIN SEVGİLİ KENTİ, CUMHURİYET’İN EN SADIK ŞEHRİDİR VE ÖYLE KALACAKTIR!

Ne İsviçreymiş ama (!)

Doğu Perinçek’in İsviçre’deki mücadelesini ne kadar ve nereden izleyebildiniz bilemiyorum. Hatta izleyip izlemediğinizi de bilemiyorum. Ben gelişmeleri HYPERLINK “http://www. ulusalkanal. com. tr’den” www. ulusalkanal. com. tr’den “güvenerek” izledim. Ama galiba ilk kez bir siyasal lider, böylesine ulusal bir konuda, fiili olarak kendini ortaya attı. Riski de vardı üstelik. 90 kilo belgeyle kalktı gitti İsviçre’ye ve Türkiye’nin ulusal onurunu ilgilendiren bir konuda mücadelesini verdi. Ama sonuca öylesine takıldım ki, ne uykum kaldı ne de keyfim.
TÜSİAD denen “sanal efendi topluluğunun” hanım başkanı her şeyi tozpembe göstermeye devam ededursun, memleket iş dünyasının irili ufaklı kulüp benzeri dernekleri “ecnebi sermaye” çığlıkları da ata dursun, hükümet ve dışişleri de “otura dursun”, dünyaya iftira şakşakçılarının “para kasasında” üstelik belgelerle “Ermeni iddiaları iftiradır” diye haykırdı Perinçek! Siyasi görüşleri hiç de Perinçek’le örtüşmeyen Süleyman Demirel bile “bu yiğitliktir” dedikten sonra bize ne söylemek düşer acaba?
Ama o sözde mahkemenin “yargılama” adına tarihe kaydettiği rezalet Türkiye’de olması gerektiği gibi yine yankılanmadı. Üstelik İsviçre basını dahi bu mahkemeyi “mahkemeye” benzetmemiş.
Kararda atılan “kazık” ise, Perinçek’e değil tamamıyla Türkiye Cumhuriyeti’ne. “Ermeni derneğine bin, dernek başkanına da 10 bin İsviçre frankı tazminat” İsviçre’nin de diğerleri gibi Ermeni lobisinin iğrenç iftiralarını, tarihi gerçeklere tercih ettiğini gösteriyor. O dernek her neyse, alacağı bin İsviçre Frankı ile kim bilir nasıl “zafer böğürtüsü” çıkaracak. Umarım “temyiz” sürecinde, AKP Hükümeti “gereğini” yapmayı “akıl” eder!

Haydi, “komplo teorisi” kuralım!

Şeytan her zaman “ayrıntıda” gizlidir diye boşuna söylememişler galiba. “Filler tepişir, çimenler ezilir” tabirini de şimdi bu “şeytanlı” lafa bağlarsak, üzerine de “İnciraltı” mevzuunu oturtursak ne olur sizce?
Vallahi de billahi de maksadım, yıllardır bir türlü yanıtlanmayan sorulardır. Öncelikle bu böyle bilinsin. EXPO İnciraltı’nda yapılacakmış. Hayırlı olsun. Biliyorsunuz bu EXPO konusunda da ben “temkinli” yazmaktan yanayım. Olmasına olsun da, Universiade gibi, önünde arkasında yanıtlanmayan sorular kalmasın derdindeyim.
İnciraltı tüm bakirliğine ve değerine karşın, sahiplerine “kan kusturan” bir bölge haline getirildi. Bence arazi sahiplerine “birileri” tarafından yıllardır “bilerek” yapılan bir iş bu. Zira zaman içinde kimlerin, kimlerden “helvacı kâğıdıyla” yer kapattığını bilmiyoruz. Rivayet muhtelif yani. Hatta Piriştina döneminde o bölgede inanılmaz “hatırlı” bazı “mühim efendilerin” geleceği düşünerek “faaliyet karıştırdıklarını”, Hasan Mani, Metin Akpınar, Doğuş veya Doğan Grubu’nu ilgilendiren “dedikoduların” ortalara saçıldığını duymuştuk. Lakin 1999–2004 arasında İzmir’de “her şey mükemmel” gösterildiğinden, basın çalışmaları da “ilginç seyir” içinde olduğundan ve de Hasan Topal beyefendi “konuşmayı” sevmediğinden sorulara yanıt bulamamıştık.
Şimdi zaman geçti ve EXPO İnciraltı’nda yapılacak diye yazılıp söyleniyor. Peki, durum ne? Başkan Kocaoğlu’nun sözünü ettiği “Bakü Bulvarı’nın yanındaki 4. 700 dönümlük arazi” için “bilmemiz” gereken bir şeyler var mı? Hükümetin “EXPO’dan sorumlu” vekili Mehmet Tekelioğlu’nun Urla değil de “İnciraltı” diye dayatmasında, buna CHP’li Büyükşehir Belediye Başkanı Kocaoğlu ve “bildik” arkadaşlarının “katılımında” bilmemiz gereken bir şeyler var mı?
Peki “Siyasi iktidar, siyasi ve ekonomik rant politikalarına dayalı ‘İnciraltı’ tercihi ile EXPO adaylığımızı gözden çıkarmaktadır” başlığıyla uyarı yapan TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu’nun sözlerini “duymazdan gelmek” doğru mu? Bir de şu “nazım plan” meselesi var. Urla için ne plan yapılmıştı? Başkan Kocaoğlu EXPO için Urla’yı düşünmemiş miydi? Yoksa AKP’li Tekelioğlu, Aziz Başkan’a “İnciraltı’nı” bilmediğimiz bir nedenden ötürü mü dayattı da, plana rağmen “pat” diye İnciraltı gitti Başbakan Erdoğan’ın önüne? EXPO toplantılarına “kesinlikle” çağrılmayan bir gazeteci olarak sadece merak ediyor ve sorularıma muhatap arıyorum. Ancak korkumu da saklayamam. EXPO’nun faydalarına itirazım yok, lakin bu faydaların “kime” olacağı konusunda tereddütüm çok. Üstelik de EXPO’ya kadar yapılacak genel ve yerel seçimlerin sonuçları da çok önemli. Umarım bu kez “filler” aralarında anlaşıp “çimenleri” birlikte ve bilerek “ezmezler”!

İZVAK ne demek istedi?

Genel seçim geliyor ya, bilmem kaç tane üyesi olan her “topluluk” efelik yapmaya başlayacak siyasal partilere ve adaylarına. Sanki memleket “toplulukları” feodal cemiyetler de, üyeler başkanlarına bakarak “oy” kullanıyor. Geçenlerde İZVAK Başkanı Levent Bey de “aba altından sopa göstererek” seçimlerde, İzmir futboluna yardım etmeyenlere destek olmayacakları yönünde, biraz da sert mesajlar vermiş. Futbolla ilgilenmiyorum. Hem de hiç ilgilenmiyorum. Hele futbol başarılarının, İzmir’in “yegâne” vizyonu olduğu düşüncelerine de kargalardan önce ben gülerim. Ancak yine de İzmir takımlarının “başarılı” olmaları, süper ligde bulunmalarından mutlu olurum. Fakat yıllardır anlayamadığım bir konu var. İzmir’de dünya kadar iş adamı var. Allah ziyade etsin, çok da kazanıyorlar. Zaten kulüp başkanları falan da bunlardan çıkıyor. Örneğin Ticaret Odası, belediye falan yardım da ediyor. Hatta rahmetli Piriştina zamanında, Belediyeden edilen yardımlar “süperdi” maşallah. Peki, o zaman ne kadar başarılı olundu? Ya da bu takımların başarısızlığının altında sadece siyasilerin yardım etmemesi mi yatıyor? Levent Bey’i tanımam. Ama karşılaşırsam bir soru soracağım. Bana İzmir milletvekillerinin yardım ve destek de bulunduğu bir “alan” söylesin önce. Bakalım bizim siyasiler sadece “futbola mı” kayıtsız? Hayret bir şey yani!

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın