“Bayanlar, Baylar! Seçkin topluluğunuzun içinde bulunmaktan doğan sevincim sonsuzdur. Türkiye Muallimler Birliği’nin Ankara’da topladığı ilk kurultayının büyük sevinçle karşıladım. Yurdumuzun sizler gibi değerli bay ve bayan öğretmenlerinin burada toplanması, Cumhuriyet için çok verimli sonuçların doğmasına yol açacaktır.
Bayanlar, Baylar!
Türkiye Muallimler Birliği’nin bütün yurtta örgütlenmesini, Konya’yı olduğu gibi Van’ı da Hakkâri’yi de kuruluşu içine almasını ve her köyde üyesi bulunmasını derin bir ilgi ile bekleyeceğim. Öğretmenler yeni nesli Cumhuriyet’in fedakâr öğretmen ve eğitimcileri, sizler yetiştireceksiniz. Yeni nesil sizin eseriniz olacaktır. Eserin değeri, sizin uzmanlığınız ve fedakârlığınız derecesiyle orantılı bulunacaktır. Cumhuriyet düşünce, bilgi ve beden yönünden güçlü ve yüksek seciyeli koruyucular ister. Yeni nesli bu nitelik ve yetenekte yetiştirmek, sizin elinizdedir. Üstün ödevinizin yerine getirilmesine yüksek çabalarla kendinizi adayacağınızdan hiç kuşkum yoktur. Ben, ulusal eğitim ve öğretimimizle ilgili görüşlerimi, çeşitli zamanlarda ve çeşitli imkânlardan yararlanarak söyledim. Gene de bu görüşlerimi birkaç sözcükte toplayarak yeniden söylemeyi yararsız görmüyorum.?Öğretmenler!?Erkek ve kız çocuklarımızın eşit olarak, bütün öğrenim basamaklarındaki eğitim ve öğrenimlerinin iş ilkesine dayanması önemlidir. Yurt çocukları, her öğrenim basamağında, tutumsal alanda yapıcı, etkili ve başarılı olacak biçimde donatılmalıdır. Ulusal törelerimiz, uygarlık ilkeleriyle ve özgür düşüncelerle geliştirilmeli, güçlendirilmelidir. Bu, çok önemlidir; özellikle dikkatinizi çekerim. Korkuya dayanan ahlak, bir erdem olmadıktan başka, güvenilir de değildir.
Baylar, bu görüşümde sizin yüzde yüz benimle birlikte olduğunuzdan kuşkum yoktur. Genel eğitim ve öğretim programımız da bu ilkeleri kapsamaktadır. Gene de biliyorsunuz ki, bu görüşlerin, bu programların kesin ve açık olması, çok önemli olmakla birlikte, yararlı ve verimli olabilmesi, onların, yeterli, anlayışlı ve fedakâr öğretmenlerce okullarımızda çok büyük bir özen ve çaba ile uygulanmasına bağlıdır. İşte, özellikle sizden rica edeceğim şey budur. Sizin başarınız, Cumhuriyetin başarısı olacaktır.
Arkadaşlar, yeni Türkiye’nin birkaç yıla sığdırdığı askerlik, siyaset ve yönetim alanlarındaki devrimler, sizin; sayın öğretmenler, sizin toplumda ve düşünce yaşamınızda yapacağınız devrimlerdeki başarınızla gerçekleşecektir. Hiçbir zaman unutmayın ki, Cumhuriyet sizden “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller ister.”
Her şeye rağmen, idealist, fedakâr Cumhuriyetçi öğretmenlerimizin günlerini kutluyorum!
“Atatürk seferberliği”ne var mısınız?
Prof. Dr. Atilla Yayla’nın İzmir’de AKP Gençlik Kolu toplantısında yaptığı konuşma her zaman olduğu gibi yine ortalığı “toz duman” etti. Daha önce yazmıştım, yine yazacağım. Yayla’nın konuşmasıyla birlikte Yayla’ya “konuşma ortamı” hazırlayanları da “gözden geçirmek” gerekir. Ben o konuşmayı doğrudan dinlemedim. Gazeteden öğrendim, telefonlardan “ilk tepkileri” aldım. Gelen e-postalarda da hep “gazete haberi” referans alınmış. Ancak gerek iş dünyasından gerek başka “muhteremlerden” gelen tepkilere bakıyorum da, yetersiz ve ne yazık ki “içi boş” ifadeler. Bence en gerçekçi yorumu CHP İzmir İl Başkanı Selçuk Ayhan yapmış: “Bu profesörün bulunup AKP’li gençlere konferans vermesi tesadüf olamaz. Yadırganacak bir şey yok. Çünkü bunlar kendi zihniyetlerinin temsilcisi. Önce bunu “doğrulamamız” gerekiyor. Atilla Yayla “Liberal Düşünce Topluluğu” Başkanı. Bunun yanında AKP ile de ilişkileri İzmir’le sınırlı değil, İzmir’de de başlamadı. Örneğin AKP Ankara İl Başkanlığı Siyaset Akademisi 6’ncı Dönem “Siyaset ve Demokrasi” Ders Programı’na göre Yayla Hoca, 15 Aralık 2006 Cuma günü saat 19.00’da “Demokraside Din Özgürlüğü ve Laiklik” konulu bir ders verecek. Yani kısaca AKP’liler bu hocanın düşünceleri için “bizi bağlamaz” söylemlerini gözden geçirmeli. Partilerinin “siyaset okulunda” ders verenler için sanırım söylenebilecek en “garip” açıklama olur bu! Ayrıca Zaman Gazetesi “yorumcularından” olan Atilla Yayla’nın dünkü yorumunu da “dikkate almak” gerekir.
Ancak, şunu da söyleyim ki bu olaya “tepki gösterdiler” diye meslektaşlarımın mahkemeye verilmesi söylemlerine de sessiz kalamam. O hocaya tepkiden dolayı eğer meslektaşlarım yargılanacak olurlarsa, onlarla beraber ben de duruşma salonundaki yerimi alırım!
Bu olayın “saman alevine” dönüşmesi ise en korktuğum sonuçtur. O yüzden başta İzmir Basını ve Gazeteciler Cemiyeti olmak üzere coşkulu bir “ATATÜRK SEFERBERLİĞİ” yapalım. Bugüne kadar sadece “dağıtım kampanyaları” yapılan NUTUK’un “okunmasını” ve anlaşılmasını sağlayacak işlere girişelim. Çocuklarımıza, gençlerimize Türkiye Cumhuriyeti’nin ilke ve devrimleriyle “ilelebet payidar” olacağını gösterelim. Bağımsızlığın, ulusal egemenliğin, Avrupa ve ABD tezgâhlarının amaçlarını siyaset üstü serelim ortalara. Kâğıt bayrak ve onuncu yıl marşı seremonilerinin yetersizliğini mahalle mahalle vurgulayalım!
Ne dersiniz, ben hazırım! Atatürk’ü “demir çarık demir asa” kapı kapı dolaşarak yeniden anlatmaya var mısınız efendiler?
Yayla “bir şey” diyor ya biz?
“Ben analiz yaptım, Kemalistler fikir geliştirmiyor, slogan atıyor!” Bu sözleri yine o Prof. Söylemiş. Milliyet Gazetesi’nde okudum. Bir “Kemalist” olarak Kemalizm’in “fikir üretebileceğini” anlatacak bir “alana” sahip değilim. Kemalist olduğunu iddia edip, konuşacak “alanları” olanların “bazıları” ise ne yazık ki Atilla Yayla’yı doğrularcasına ya “sloganlarla” konuşuyor ya da “aynı şeyleri tekrarlayıp” duruyor. Günlerdir sadece “tepki” gösteriyoruz. Kemalizm’in ne olduğunu ya da ne olmadığını konuşmuyoruz, dikkat ettiniz mi? Ya Yayla’ya bağırıyoruz ya da “Atam izindeyiz” deyip noktalıyoruz.
Aslında o kadar acayipleşti ki bu durum. Sanki Yayla’nın bir geçmişi yok, sanki Yayla İzmir’e uzaydan geldi, konuştu ve gitti. AKP’yi, onun gençlik örgütündeki “liberalleri” herkes unuttu sanki. Yayla AKP’nin çağrısıyla geldiğini, hatta AKP’nin siyaset akademisinde 15 Aralık’ta “hocalık” yapacağını dikkate almıyoruz. Ve yine “başa sardık”, Atatürk karşıtlığı Yayla ile başlamadı ki.
Kemalizm’in ne olduğunu ortaya koymamız gerekiyor, anlaşıldı!
Barika-i hakikatin müsademe-i efkârdan doğduğunu da düşünmemiz gerekiyor. Yani “gerçeğin ışığı, fikirlerin tartışılmasından doğar”.
Daha önce de söyledim, yazdım Kemalist Devrim Karşıtları her alanda “çalışırken” biz Kemalistler ne yapıyor ve ne üretiyoruz?
Bu “kürsü” önemsenmeli!
Başkan Kocaoğlu “yalnızlığından” olacak sürekli “muammalar” üretip, hepimizin kafasına soru işaretleri bırakıyor. Başkanın, meclis üyelerine “takipçilik” uyarısı, “örtü”, “rantçılık” gibi açıklamalarından “ben” bir şeyler çıkarsam da, İzmir’de “genel bir merak” oluşturduğu ve bu merakın yakında başkana “sorun” olacağını düşünmeye başladım. Öte yandan özellikle İzmir televizyonlarının ya “yöntem yetersizliğinden” ya da “başka nedenlerle” Büyükşehir Belediye Başkanını “iyi takip” edemiyor. Başkanın bazı çağrıları, konuşmalarına dikkat edilmezken, nedense üzerinde sıkı konuşulacak konular bile sanki magazine havale ediliyor. Örneğin şu meşhur nazım imar konusunun meclisten geçtiği gün, Kocaoğlu’nun “teşekkür konuşmasında” bir çağrı vardı. Bu çağrının adresi İzmir’deki “kanaat önderleriydi”. Konuşma metnini okuduğum gün, sonraki gün, daha sonraki gün basında bu çağrı da “kanaat önderlerinin” yanıtı da yayınlanmadı. Yine gazetelerde bir haber vardı önceki gün, Aziz Başkan, Kemalpaşa’da bir köye yaptığı ziyarette “sıra dışı” davranışta bulunmuş. Ben de ilk kez böyle bir olay duyuyorum zaten. Ancak bakıyorum da kimsenin bu olayın “farklılığına” dikkat ettiği yok. Aslında bu “farklılık” Aziz Kocaoğlu’nun “farkı” ama nedense sıradan ve sadece gülümseten bir haber gibi geldi, geçti. Bir belediye başkanı sonuçta politikacıdır. Siz hiç politikacının susup, halkın konuştuğunu duydunuz mu “yamalı demokrasi tarihimizde”? Politikacı kendini her daim “allame-i cihan” sandığından sürekli konuşur ve karşısındakinin dinlemesini bekler. O yüzden de ne hükümetler, ne milletvekilleri ne de bu muhteremlere özenen bürokratlar, “konuşturan” değil “konuşan” olur. İzmir’in yakın tarihinde de bazı belediye başkanlarının, üstelik kameralar önünde Ballıkuyu heyelan zedelerine nasıl “sırt döndüğünü” unutmadım! İlk kez İzmir Belediye Başkanı köylüler karşısında dinledi, not aldı ve konuşturdu. Hemen kısa yoldan da “serbest kürsü” dendi, iş bitti! O kadar mı? “Halkla çelişkilerin” ufaktan “ilişkiye” dönüştüğü bu yaklaşımın devamının olması gerekiyor. Başkanın köylerde estirdiği bu demokratik rüzgârı, kent merkezinde de sürdürmesi gerekiyor bence. Çünkü hep inandığım “birliktelik” böyle oluşacak. Başkan halkla ne kadar iç içe olursa, İzmir’deki bazı “oynak taşlar da” yerine oturur. Tabii “çalışan ve konuşan” bürokrat da birbirinden kolay ayrılır. Bu “halk kürsüsü” “egemenlin” sahibinin işaret edilmesi açısından da önemlidir ki, sanırım buna en çok “kerameti kendinden menkul” kankalar bozulacaktır. Onların “bozulması” beni ne kadar güldürecekse, bu yazının yazılması da sanırım o kadar rahatsız edecek yine. Ama olsun, Aziz Kocaoğlu’nun “bildiğim” netliklerinin bir şekilde vurgulanası gerekiyor. Hem de “sadece” gazeteci gözüyle.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.