Yatağan Termik Santrali

Seksenli yılların başında Marmaris’ten Ankara’ya dönerken çay molası verdiğim Yatağan’daki kahvede, çevremi saran insanlar gözlerinde sevinç parıltıları, yapımı sürdürülen termik santralı işaret ederek benimle mutluluklarını paylaşıyorlardı. Devlet onları da nihayet anımsamış ve bu büyük yatırımla Yatağanlıların yüzünü güldürmüştü. Yatağan, tarihinde ilk kez bu boyutlarda bir yatırım görüyordu. Onlara göre kasabaları artık kalkınacak, engebeli arazide sıkışıp kalmış küçük bir Anadolu yerleşmesi olmaktan kurtulacaktı. Tüm Yatağanlılar bu kalkınmadan paylarına düşeni alacaklar, elleri para görecekti. Etkili ve yetkili kişiler onlara böyle söylemişti.

“Pişmiş aşa soğuk su katan” kişi olmayı göze alarak, yapılan yatırımın Yatağan’a iyilik değil felaket getireceğini anlatmaya koyulmuş, inşaatı süren santralın yakınlarındaki yeşillikleri gösterip “önce bunlar yok olacak, sonra da kendi sağlığınızı yitireceksiniz” demiştim. Aldatılmış, koşullanmış ve bilinçleri perdelenmiş topluluk içinde nasıl konuşulması gerektiğini düşünmeden söylediğim bu sözler, Ege sıcağının ısıttığı kahvenin bahçesinde, sanki Sibirya soğuğunu taşıyan bir rüzgâr estirmişti. Aynı zamanda ölümcül bir sessizlik kaplamıştı kahveyi. Kendimi gecenin karanlığında buz gibi esen rüzgâra karşı yürüyormuş gibi hissetmeye başlamıştım. Nefret dolu onlarca çift gözün delici bakışları altında geçirdiğim ve bana saatler gibi gelen birkaç saniyenin sonunda topluluğun doğal lideri gibi görünen amca yargısını açıklayarak sessizliği bozmuştu. Ona göre ben, her şeye karşı çıkan, ülkedeki yatırımları engellemeye çalışan vatan haini komünistlerden biriydim ve ellerinden kaza çıkmadan, derhal oradan defolup gitmeliydim. Savrulan küfürlerden oluşan homurtuları arkamda bırakarak aynen amcanın dediği gibi yaptım. Kendimi savunmak için bile olsa orada daha çok kalırsam, yolculuğum Ankara’da değil, 12 Eylül zindanlarının birinde bitebilirdi. Gün, o günlerden biriydi.

Milliyet Gazetesi’nde geçtiğimiz Pazar günü yayımlanan bir özel haber anımsattı bütün bunları. Habere göre, “Yatağan artık sadece ölüm, zehir ve kuşku sözcükleriyle anlatılıyor. Zehirli atıkların yeraltı sularına karıştığı, ortasından kül denizinin geçtiği bölgede insanlar ölüm korkusuyla yaşıyor”. Santralın kurulmasının ardından üst solunum yolu hastalıkları ve kanserin arttığını belirten Yatağanlılar, seslerini duyurmak amacıyla Yatağan Çevre Platformu adı altında örgütlenmişler.

Bunları “vaktiyle biz söylemiştik” ukalalığıyla tatmin olmak için yazıyor değiliz, kuşkusuz. Ülkemizde, insanların doğruyu eğriden ayıramayacak kadar yanlış yönlendirilmesinin ve halktan gerçekleri gizlemenin sayısız örneklerinden birisi olan Yatağan olayından çıkarılacak çok ders vardır. Yatağan’da yaşananlar, kısa erimli çıkarlar uğruna, hoşumuza gitmeyen gerçekleri ve doğruları öğrenmekten kaçınmanın çok daha rahatsız edici ve vahim sonuçlar doğurabileceğini çarpıcı biçimde göstermektedir.

Yatağan halkı aldatılmıştır ama unutmayalım ki, bugün yaşananlardan aldatanlar kadar aldananlar da sorumludur, çünkü aldatanı var eden aldananın varlığıdır.

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın