Tayyip Bey cumhurbaşkanı olsa mı?

AKP, 3 Kasım 2002’de girdiği genel seçimde uzaylıların değil Türkiye seçmenlerinin oylarıyla seçildi. Tayip Erdoğan ise Deniz Baykal’ın da “desteğiyle” önce milletvekili sonra da başbakan oldu. Şimdi de yüreğinden “reisicumhurluk” geçiyor.
Özal da Demirel de “başbakanlıktan” çıkmadı mı Çankaya’ya? Ama Semra Hanım da, Nazmiye Hanım da “başörtüsü” kullanmıyordu. Lakin Emine Hanım kullanıyor ve ortalığın karışma nedeni de bundan zaten. Peki, Emine Erdoğan “Başbakan eşi” sıfatı ve başında örtüsü ile dünyayı gezmedi mi? Avrupa gazetelerinde örtüsüyle fotoğraflanmadı mı?
Gelelim “Atatürk’ün koltuğu” söylemlerine.
Atatürk Cumhuriyeti’ne karşı başlatılan “karşı devrim” sürecinde 14 Mayıs 1950 tarihi “başlangıçtır”. 1954’de saçma sapan nedenlerle Köy Enstitüleri’nin kapatılması ise “Atatürk devrimine” karşı ilk başarıdır
Ya 12 Eylül 1980?
Atatürk için mi yapıldı? Hala böyle düşünen varsa pencereden baksın çünkü kargalar gülüyor. 12 Eylül sonrası Türkiye’nin sokulduğu her türlü yozlaşma, eğitimsizlik, örgütsüzlük, bana necilik, köşe dönmecilik, hortumculuk, medya terörünün bugün bizlere ne faturalar çıkardığını hala görmeyen var mı?
Peki, Cumhuriyetçi ve Kemalist İş Dünyamız var mı? “Fetullahçı Okullardan” yakınırken hangi zenginimiz yüzde yüz Atatürkçü bir okul, yurt açtı? Ecevit’in cenazesi ardından, Uğur Mumcu ardından yüz binler yürüyor da, Atatürk’ü bu kadar seviyoruz da, neden bugün iktidarda hem de tek başına AKP var?
Yanıtlar işimize gelmiyor, ulusal müştereklerimiz yok. Adı ister “ulusalcı” ister “milliyetçi” olsun birbirimizi kollamıyor, sevmiyoruz. “Karşı devrimciler” sürekli “birliktelik” gösterip “ilerlerken” bizler sadece yakınıyor, bağırıyor ama “birlikte” olamıyoruz. Çünkü galiba kendini “ulusalcı” hisseden herkes “başkan” olmak istiyor. Ulusalcılık adeta “emekli hobisi” gibi olmuş!
Örneğin bendeniz! AB’ye övgüler düzseydim, “ecnebi sermaye goygoyculuğu” yapsaydım, bir tane de “babalar gibi” sponsorum olsaydı “hangi” TV patronu beni “kapıya” koyabilirdi? Yayında kimsenin özel hayatına karışmadım, yalan söylemedim, soruşturma geçirmedim, RTÜK’ten uyarı almadım, hakkımda dava açılmadı, izleyenim çoktu ama şimdi sadece “köşe yazarıyım” ama en iyi bildiğim işi yapamıyorum! “Tüccar gazeteci de” olamadım. Ebedi Şef’e değil de kerameti kendinden menkul bir şarlatana “tapmış” olsaydım, şimdi sadece danışmanlıklardan ayda “10 bin YTL” kazanırdım. Türkiye’de “ulusalcı birlikteliği” vardır diyenin alnını karışlarım ben! Okullarda Atatürk’ü anlatmam bile “engelleniyor” yahu, bilen var mı?
Tayip Bey Cumhurbaşkanı olsun mu? E olsun, ne olacak ki?

Kim kızarsa kızsın

AKP İzmir Gençlik Kolu bir panel düzenlemiş. Panele de Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Atilla Yayla katılıp konuşmuş. Hem de ne konuşma “Peh Peh Peh”! Bundan haberim yoktu. Pazar sabahı 9.00’dan itibaren telefonum üst üste çalmaya başladı. Konuşmayı “o gazeteden” okuyanlar telefona sarılmış anlaşılan. Benim için onur tabii. İzmir’in “naylon efendileri” sesim kısılsın diye her türlü tezgâhı kuradursun, bu gazeteci “onların” inadına, temiz yüreklerde çoktan yer etmiş! Bu Profesör, panelde Kemalizm’e yüklenmiş durmuş. O “ipe sapa gelmez” sözleri bir kere daha verip, o zihniyete “hizmet” etmeyeceğim! Bu “hoca efendinin ürettiğini” sandığı “teze” karşı yaşayan bir “antitez” olduğunu, ama bunları aynı toplantıda konuşturacak “yüreğin” İzmir’de olmadığını belirteyim. Atatürk’le uğraşan “zihniyetin” Türkiye temsilcisini ciddiye almadığımı, ancak “onun bile” düşüncelerini özgürce savunması hakkının var olduğunu yine Atatürk’ten sözlerle anlatayım.
Ne demiş Gazi Paşa? “Fikirler top ve tüfekle, cebir ve şiddetle yok edilemez!” Başka ne demiş Gazi Paşa? “Cumhuriyet fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister!”
Sadece “1919–1938 mucizesine” inanan, inandığını da yaşamaya çalışan bir gazeteci olarak, şu “sahte Atatürkçülüklerden” vazgeçmeden, Prof. Yayla ve benzerlerine yanıt verilemeyeceğini de belirtelim.
Ancak panelle ilgili de bir iki saptamam var ki, İzmir medyasının konuyu gürültüye götürme isteğini anlamadığım sanılmasın. Prof. Yayla sadece Gazi Üniversitesi hocası değildir. Aynı zamanda “Liberal Düşünce Topluluğu’nun” Yönetim Kurulu Başkanıdır. İnanmayan www.liberal-dt.org.tr adresine bakıversin. Yayla’nın bazı makalelerinde de “ince eleştiriler” mevcut. Yani ilk kez İzmir’de açıklamadı düşüncelerini sanırım. Ama ben merak ediyorum AKP İzmir Gençlik Kolu’nda bu “topluluğun” acaba “İzmir Temsilcisi” var mıdır? Varsa ne iş yapar, ihalelere girer mi? İzmir’in “devlet” okulları ile “ilişkileri” ne düzeydedir? Ya da şöyle sorayım: Prof Hoca’yı kim akıl etti de çağırdı diye sorsam “muhterem” Ali Aşlık’a? Tabii bir de kaç dinleyicinin “bu hoca efendiye” karşı çıktığını da merak ediyorum”

“Gerçekten Kemalistim” diyenlere

Bırakın kim ne demiş, ne konuşmuş, kiminle berabermiş, kimin “hizmetindeymiş”. Biz ne yapıyoruz onu yanıtlayın. Elde kâğıt bayraklarla, dilde onuncu yıl marşıyla olmuyor işte. Balta Limanı Anlaşmasından bu yana, Lozan Anlaşması’ndan bu yana hep aynı oyun oynanıyor. Biricik Cumhuriyetimiz özellikle son altmış yıldır, özellikle “kıvırtma” şampiyonları tarafından tahrip ediliyor. Karşı devrimciler her alanda “egemenliği” ele geçirirken, nerede Kemalistler? TSK da olmasa kim bilir ne olacaktı başka? Geçtiğimiz gün yazdığım “Tayip Bey Cumhurbaşkanı olsa mı?” satırlarına beklediğim gibi tepkiler geldi. Her türlü “karşı devrim” oluşumları, okulları, iş âlemi, bankası, medyası olan, birliktelik içinde gelişen “karşı devrimcilere” karşı Kemalizm’in kalelerinin aslında “güçlü olmadığını” görmekten artık utanıyorum:
“Sayın Tahsin Kardeşim, yazdıklarına aynen katılıyorum. Katılımım düşünceden öte yaşadıklarımdan. Oğlum 1999 yılında liseler giriş sınavında 100 sorunun yüzünü de yaparak Türkiye birincisi oldu. Bırakın sınıf öğretmenini, bırakın okul müdürünü, bırakın milli eğitim müdürünü, bırakın valiyi, bırakın bakanlığı kimse kapımızı çalmadı arayıp sormadılar bile. Olaya kim sahip çıktı biliyor musunuz? Hem de sınav sonuçlarını açıklandığının ertesi günü evimize kadar gelen Fetthullah Gülen Okulları, iki öğretmenini göndermiş… Gazeteciler bizi zor bulmuştu… Değerlerine sahip çıkmayan milletleri tarih ne yapar? Siz tarihçisiniz, bu pratiği yaşayan biri olarak yabancıların sahip çıkması ile yurt dışına okumaya giden oğlumun bavuluna Türk Bayrağı’nı koymayı unutmadım, gönül duvarımızdaki çiziği unutmadığım gibi. Bilincimizi kaybetmeyelim diyorum, Saygılarımla.”
Öte yandan, “Sorosgiller familyasının” İzmir’deki Kemalist oluşum, platform veya dermeklerde olup olmadığının araştırılması gerekir! Salon Atatürkçülüğünden, tören Atatürkçülüğünden, “emekli hobisi” Atatürkçülükten, reklâm ve panel Atatürkçülüğünden ve “emir komuta” Atatürkçülüğü’nden bir an önce kurtulunmasını “şimdilik” dilerim.

Tehlikeli atıklar

Bu konuda yazmayacağım artık. Çünkü Osman Tatar da Yıldız Sezgin de “aslanlar” gibi “oynattı” hepimizi. Madem bu sorun için “toplanma” becerisini gösterecektiniz, neden “gürültü çıkardınız” hanımlar, beyler? Madem siz bir “gazete düdüğü” ile bir araya gelebiliyorsunuz, ne gerek var bize, Vali Bey’e, Başkan Kocaoğlu’na? Bu kentin “bürokratları” sorunlarda “gazete düdüğü” ile “çözüm için toplanabiliyorlarsa”, bu kentin “yönetim makamlarına” ne gerek var Allahaşkına? Tüm ilişkilerimi “gözden” geçireceğim. Aziz Bey’e de bir miktar “teessüf” ederim! Ne İzmir ama?

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın