Başak’ın İzmir basınında sansürsüz bir atmosfer için “Gerek manen, gerek madden kayıplar yaşamasına rağmen” adeta savaşan meslektaşlarımın mücadelesini inanılmaz güzellikte anlatmıştı. Bu mücadele insanlarından elbette kendimi de ayırmadığım için Başak’ın yazısını ilk kez okurken beni de geçmişime götürdü.
Örneğin, Manisalı Çocuklar Davası’nı kaleme alırken yapılan şikayetler sonucu hakkımda açılan altı basın davasında mahkum oldum. Basın Kanunu’na muhalefet ettiğimden dolayı aldığım cezalar paraya çevrildi. Yani o çocuklarla birlikte bizler de mahkeme koridorlarına bir gidip, bir geldik.
O gün inanılmaz mahkumiyetlerle hayatları kararma noktasına gelen o günün çocuklarının bazıları bugünlerde hepimizin gurur duyacağı biçimde eğitimlerini tamamladı.
Hepsini takip edemedim ama, izleyebildiğim Manisalı çocuklardan yaşam dengelerini zor da olsa yeniden kurabilenler için bir şeyler yapabilmenin hazzını bugün hala yaşıyorum… O çocuklarla Manisa’da röportaj yapmaya gittiğimde polis tarafından sürekli izlenmiştik. O günleri unutmak mümkün değil.
Hatta Manisalı meslektaşlarımız bu atmosfer nedeniyle bu olayla ilgili pek haber yapmak istemiyorlardı. Belki de haklı olarak. Ama o gün bunları yazma cesaretini gösterenler belki de bugünkü yasaların yapılmasının yolunu açmayı kolaylaştırdı.
En çok tartışılan konu şimdi “Peki bugün o dönemdeki gazetecilik kriterleri geçerli mi” sorusu. Bu soruyu içtenlikle yanıtlamak zor. Hala kalemini kırmamaya çalışıp, bir yandan da basındaki ağır ekonomik koşullara direnmeye çalışanlar var. Ancak, bu kişilerin giderek yerini, gazetesinin ilan-haber dengesini kollayacak kişilere bıraktığını söylemek mümkün.
Başak’ın tanımlamaları bu açıdan çok önemli. O günlerin özlemini duyuyor ama, bugün ayakta kalmaya çalışanlara da oldukça cesaret veriyor yazısında.
Peki bu yazıyı niye kaleme aldım?
Yüreği gazetecilik ile attığı dönemlerde kaybettiğimiz Barış Selçuk’un 5 Ağustos ölüm yıldönümü. Barış ile geçirdiğimiz günleri hayal ederken, bir yandan Başak’ın yazısını düşündüm. İşte, çalıştığı kurumlarda aklını ve yüreğini gazetecilik mesleği için tam mesaj kullanan Barış’ı yitireli tam 12 yıl oldu.
Ankara’dan gelen acı haberlerle o gün hem çok şaşırmış hem de üzülmüştük. Süreç içinde birçok yürekli gazeteciyi genç yaşta yitirdik. Her kayıpta gerçekten bu mesleği yapanların yürekleri yandı.
Çalışırken, ne evini, ne çocuğunu önceliğine almayan gazeteciler için yaşamın en güzel anı, yazdıklarına, yaptıklarına okuyucularının, izleyicilerin verdikleri değer ve tepkidir. Bugünlerde sizlerde Sevgili Başak gibi yürekten desteklemeyi düşündüğünüz kalemler varsa onlara cesaret verin.
Çünkü sizler onlara cesaret vermediğiniz sürece yazmaktan, araştırmaktan ve de “Ben bu mesleği ne için, kimler için yapıyorum” bezginliğine kapılabilirler.
Gazetecilerin yaşamlarını yitirmelerinin ardından onurlandırmaları elbette çok önemli. Topluma hizmet vermiş meslektaşlarımın yakınları (Ben de buna dahilim) elbette ki yitirilen gazetecilerin anısına yapılan eylemlerden büyük haz alıyor.
Ama bugünlerdeki önerim; patronuna doğru yazdığı için şikayet edilen, ekonomik açıdan horlanmanın ötesine itilen gazeteciler çaba gösterirken destek olmanızdır.
Destek olmazsanız ne olur? Bu sorunun yanıtını vermek aslında kolay. Gazeteci mesleğini bıraktığı andan itibaren belki de daha yüksek ekonomik koşullarla, daha az mesai harcayarak yaşama yollarını yaratıyor. Ama, kalemini bırakanların yerine yenisini koymak gerçekten zor oluyor.
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.