“Onsuz yaşamak başka bir dünya olurdu benim için. Sevincimi ve üzüntümü paylaşacağım birisinin olmayışı, yalnız bir hayat, hüzünlü, boş ve buruk. Hiçbir şeyim olmasın ama yeter ki anneciğim sağ olsun, dedim ve o an Tanrı’ya annem hala yanımda olduğu için dua ettim.
O henüz yanımdayken her günüm Anneler Günü olsun.”
Malum, bu hafta sonu Anneler Günü. Kim bilir kimler neler yazacak, söyleyecek… Ama daha şimdiden, bence en güzeli Eylül Ece’nin yazısı. Bu güzel kız şimdiden çözmüş olayı. Benim yolun yarısını geçtikten sonra keşfettiğimi -ya da kucağımda buluverdiğim gerçeği-, şimdiden bulmuş!
Belki özel olacak ama, hepimizin bir annesi olduğuna göre, aslında pek de özel sayılmaz herhalde! Belki içinizde benzer sorunları yaşayan kişiler vardır. İnsan başkalarının da benzer sorunlar yaşadığını görünce, biraz daha rahatlıyor. En önemlisi birbirinin deneyimlerinden yararlanabiliyor. Alzheimer da böyle bir hastalık. Hastadan çok –çünkü farkında değiller- hasta yakınlarını ilgilendiriyor. Alzheimer hastası yakını olanlar eminim beni çok iyi anlayacaklardır.
Annem 64 yaşında ve beş yıldır Alzheimer hastası. Genelde daha ileri yaşlarda ortaya çıkan hastalık, annemin şanssızlığından olsa gerek, erken yaşta çıktı. Önce basit şeyleri unutmaya başladı: Kelimeleri, uzaktan tanıdığı insanları, bir eşyayı nereye koyduğunu, kızımın kahvaltısına neleri koyacağını. Sonra anlattığı bir olayı aradan beş dakika geçmeden yeniden, hiç anlatmamışçasına tekrarlamaya başladı. Bu arada babasının da –rahmetli dedemin- aynı hastalığa yakalandığını öğrendik. Ama teşhis konulduğunda dedemin hastalığı çok ilerlemişti. Çoğu Alzheimer hastaları gibi, birkaç yıl sonra, seksen küsur yaşında, solunum yetmezliğinden yaşamını yitirdi.
Annemin hastalığının ciddiyetini dedemin hastalığıyla kavradık. Çünkü annemde hastalık çok yavaş seyrediyordu; erken teşhis, kullandığı ilaçlar, kızımın verdiği keyif işe yarıyordu. Yine de insan kabullenemiyor kolay kolay; bir gün annemin de dedemin durumuna geleceğini düşünmemeye çalıştık, hatta belki de kendimizi kandırdık.
Diğer hasta yakınlarının ilk aşamada yaşadığı çaresizlik, kendini baş edemeyeceğin bir felaketin ortasında bulmanın yarattığı panik duygusunu biz daha birkaç aydır yaşıyoruz. Ne yazık ki Alzheimer’ı iyileştirecek bir tedavi olmadığı gibi onlara bakanların sorunlarını çözmek için de bir reçete icat edilmedi. Yıllarca sevdiğiniz, saydığınız, hatta çekindiğiniz bir insanın beynindeki değişimin sonucunu gördüğünüzde kendi duygularınızı ne yapacağınızı anlatan bir kitap yazılmadı. Çocuğunuzun yanında sizin eşinizle evli olduğunu söylediğinde nasıl davranmanız gerektiğini söyleyen dahi bir doktor da yok.
Iris filmindeki koca gibi, artık annemin sadece dış kabuğunun aynı olduğunu kabullenmek çok güç. Genelde hasta yakınları önce çaresizlik, sonra suçluluk, sonra da ne yazık ki bıkkınlık duyarmış. Ben hala çaresizlik ve üzüntü aşamasındayım. Ona karşı güler yüzlü olmak, sakin ve sabırlı davranmak, kızımın boyama kitaplarını kullanmasına izin vermekten başka yapabildiğim hiçbir şey yok.
Başa dönecek olursak; bu yazıyı sadece Alzheimer hasta yakınlarıyla paylaşmak ya da içimi dökmek için yazmadım. Ne kadar yazsan, ne kadar konuşsan da üzüntü azalmıyor. Ancak Eylül Ece’nin dediği gibi, insanın annesine gereksinim duymadığı bir yaş yok. O fiziksel olarak yanınızdayken bile onsuz yaşamak başka bir dünya oluyor. Hüzünlü, boş ve buruk.
Anneniz hala sizi çocuğu olarak tanıyabiliyorsa şükredin ve varlığına dua edin. O ruhsal ve bedensel olarak henüz yanınızdayken her gününüz Anneler Günü olsun. Annemin bir zamanlar dediği gibi, anne olunca anlarsınız.

Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.