O “biri” kim mi?
E biraz kafanı çalıştır be İzmirlim. Kurtar kendini bu kandırılmışlıktan.
O “biri” Ali Kemal’i iyi öğrenmeli. Aziz Kocaoğlu ise hem o “birini” hem de Ali Kemal’i öğrenmeli.
Ben artık sıkıldım İzmir!”
Bir önceki yazıyı bu satırlarla bitirmiştim. Bir sanal gazetede yayımlanan yazının bunca ilgi göreceğini de yeni yaşadığımı itiraf etmeliyim. Demek ki, sanal dünya, gerçek dünyadan daha etkili olmaya başlamış. Geçen yazı, toplam üç sitede ve bir gazetede yayımlandı ama, en çok geri dönüş Kent-Yaşam.com’a oldu millet.
Neyse, en çok sorulan soru üzerinden devam edelim. Ama şunu söyleyeyim ki millet, Allah bana bir kez daha “böyle bir yazı” kaleme aldırmasın. Nedenlerini şimdilik boş verin. Zamanı geldiğinde belki de bu satırlar “ebedi sonun” nedeni de olur, ne bileyim?
Tarih gibi bir şey bu!
Hacettepe’de Tarih eğitimi almaya başladığım ilk günlerde öğrendiğim neydi biliyor musunuz? Hatta bu öğrendiğimi hayatıma da uyguladım, uyguluyorum. “Tarih, statik değil dinamiktir. Tarihte her olay öncelikle kendi tarihsel tekliğinde değerlendirilir.” Bugün tarihçilik yapmıyorsam da, gazeteciliğime de adapte ettim bunu.
Yıl 2005 ve 2006’ya az kaldı. Ve ben sadece İzmir’in kendine has bencilliğine yenilmek üzereyim. Hatalarıma rağmen yaşadığım “yalnızlığın” nedeni de bu galiba. İzmir 1999 Nisanından bu yana bir “tarihsel dönüşüm” yaşıyor. Bu dönüşüm tamamen bireyciliğe, egoizme dayanıyor ve İzmir tarihinin en “kimliksiz” sürecine tanıklık edip karşı çıkıyorum. Bireycilikten kazanımı olan “kankalar” arada bir bana da saldırıyorlar ama ne gariptir ki “ipimin çekildiği” gün ben “yeniden ayağa” kalkıyorum. Dostsuz, arkadaşsız, parasız, pulsuz!
Bakkal Hasan hep yanımda ama “bilmem ne holding” ile yalakaları hep ezmek için uğraşıyor. “Rızkı veren Allah’tır, kullar ise vesiledir” anlayışıyla ve de “olunca şükrederim, olmayınca sabır” ilkesiyle yaşamaya uğraşıyorum. “Uğraştığım” için de bedel ödüyorum, borçlanıyorum.
“O biri kim?”
İşte en çok sorulan soru buydu. Buydu ama, ben bir süre daha bu sorunun yanıtını, en azından yazılarımda vermeyeceğim. Zira Allah’ın ıslah etmesini beklediğim bir “tipten” söz ediyorum. Üstelik “ailece” İzmir’i ele geçirme harekatı başlatmış bu tip ve patronuna karşı “boş durmayacağımı” adeta haklarında “dosyalama işlemi” yaptığımı belirtmek istiyorum. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ile de görüşeceğim zamanı gelince. Zira 2000 yılı Haziran ayında başıma gelen belanın bir yandan faturası kabarıyor ve hayat ile ölüm arasındaki ince çizgide, ölüme düşmemek için mücadele etmem gerektiğine inanıyorum.
Ortada hiçbir şey yokken, sadece Büyükşehir Belediyesi ulaşım politikasını eleştirdim ve “patronum” tarafından “kapıya” kondum. Bir daha ki televizyonuma kadar geçen sürede yaşadığım beş buçuk ayda, dostlarımı da düşmanlarımı da tanıdım. Beraber çalıştığım arkadaşlarımın, beni bazı belediyecilere nasıl sattığını da biliyorum, yenen yemekleri de, yapılan kelle pazarlıklarını da. Ahmet Piriştina’nın adı kullanılarak düzenlenen “kelle operasyonlarının” bir numaralı kurbanı sıfatımla; o yaşadığım beş buçuk ayda yanımda sadece üç beş arkadaşım vardı. Şimdi de bazılarının nasıl “Aziz Kocaoğlu’na” laf taşıdıklarını biliyorum. Ancak akıllandığım nokta da bu işte. Eğer eskiden Piriştina’ya ulaşabilseydim “bedel” ödemezdim. Şimdi istediğim an Aziz Kocaoğlu’na ulaşıyorum. Zaman zaman da “birilerini” şapa oturtmanın keyfini yaşıyorum saklı saklı. Ancak şimdilerde tehlike daha büyük. O Ali Kemal kılıklı “birisinin” bağlantılarını da öğrendim. Deniz Baykal ile görüşebilmek için kime başvurduğunu da biliyorum. İzmir o ve patronuna yar olmayacak, olmamalı.
Mesele Büyükşehir başkanlığı!
İlk kez, seçime bu kadar süre olmasına rağmen Büyükşehir adaylıkları konuşuluyor, kulis yapılıyor. Cevat Durak, Abdül Batur veya Ekrem Demirtaş değil mesele. Mesele, ardına kocaman bir İstanbul dukalığını aldığını sanan birinin kendini İzmir’e “lider” diye yutturma çabaları. Açık söyleyim, Aziz Bey’in bir daha aday olmaması durumunda Cevat Durak, Abdül Batur ve Ekrem Demirtaş’ın hatta başka birinin yanında dururum ama, o patronunun emriyle hareket eden “herifin” yanında durmam. Gücüm olursa, İzmir’i Dubai’ye peşkeş çekmeye uğraşanlara da, hayatım pahasına geçit vermem! Aziz Kocaoğlu’na “abi” deyişimi alay konusu yapanların, rakı masalarında göremediği tehlikeyi, ben görüyorum ve bundan da onur duyuyorum! Zira İzmir artık İzmir’de yaşayanların olmalı!
Vizyon ve Kimlik tartışmalarına dikkat!
Başlangıç da bu zaten. Bu kentin insanlarına “kimliksiz” ve “vizyonsuz” diyecek kadar küstahlaşan İstanbul yalakalarının başlattığı tartışmalarda, iyi niyetli birkaç İzmir aydınını hariç tutarsak, geri kalanının topu birden adeta “Soros aydını” kimliğiyle derin faaliyet içindeler işte. Bir önemli vizyon toplantısı sırasında, Dubai’li Abdülselam Tencere Tava’ya İzmir’le ilgili ne önerildi acaba? Kimler helikopterlerle İnciraltı’nın tepesinde dolaştı acaba? Düşünebiliyor musunuz? İzmir’de bir vizyon ve kimlik sorunu uyduruluyor. Ama bunu uyduranlar ve kendini çözüm mekanizması gibi görenler İzmirli değil. Ya kim? Türkiye’nin sermaye devlerinden biri!
Ben dedim bir kez, yalnızım! Ama İzmir’ime aşığım. İzmir tarihte olmadı ki ona buna köle; şimdi olsun! İzmirim, dün onun bunun çöplüğü olmadı ki, şimdi olsun!
Herkes haddini bilmeli. Gazeteci gazetecilik yapmalı. İş adamı işadamlığı, siyasetçi de siyaset. Eğer bunlar birbirine karışırsa kıyamet kopar. Kim bilir, sanki o kıyametin öncesini yaşıyor olabiliriz millet!
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.