Orhan Gazi tarafından 1326 yılında fethedilen Bursa’da yaşamak ayrıcalıklıdır. Osmanlı Devleti’ne başkentlik yapmış bir kente sinen o tarih dokusu, kültür merkezi olarak gelişen Bursa’nın görünümüyle, insanlarına bıraktığı gelenekleriyle farklı yapısını hissedersiniz.
Şimdi bakıyorum da, aradan tam 4 bin yıl geçmiş. 5326 yılına geldiğimizde tanıklık ettiğimiz geçmişimize daha iyi bakma gereksinimi duyuyoruz. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu, Kurtuluş Savaşı, ekonomik zorluklar, dünya dengelerinin değişmesi, Amerika Birleşik Devletleri’nin bir günde Çin karşısında sıfırlanması, elimizde zor günlerimiz için tuttuğumuz Amerikan Dolar’larının uyandığımızda hiçbir değerinin kalmaması, savaşılan uzun yıllar ve Türk Halkı’nın yeniden uyanışı. Tabii ki, bu uyanış hiç kolay olmadı.
Önce bir karmaşa yaşadık. Büyük bir kaos. O tarihe kadar hep öğretmenlerimizin, anne ve babalarımızın anlattığı bir “Atatürk” vardı. Savaşlar, yüzyıllar öncesinde kalmıştı. Hiç savaşı yaşamış bir akrabamız ya da tanıdığımız yoktu. Gaziler, bile yüzyıllar öncesinde yitip gitmişlerdi. 29 Ekim, 23 Nisan, 19 Mayıs tarihleri bizler için şenlikti. Konserlerle coştuğumuz, Türk Bayrakları’nı salladığımız güzel günlerdi.
Oysa o karmaşa ortamı, savaş ve yeniden uyanışımızla yeni tarihler, yeni bir kahraman doğmuştu. Nasıl mı? Şimdi size, yeni bir kahramanın doğuşunu anlatacağım, onu ilk eline alan Türk vatandaşı olarak.
Çin 21. yüzyılın başında ucuz iş gücüyle, ihracatı ile zaten büyük bir güç olmaya adaydı. Elinde inanılmaz Amerikan Doları rezervleri tutmaya başlamıştı. Çin, önündeki yüzyılları bütün bunları daha da geliştirmek için kullandı. Amerika Birleşik Devletleri ise, dünyadaki tek güç olmayı sürdürmek için Afganistan, Irak, İran, Suudi Arabistan gibi pekçok ülkeye özgürlük vaadederek, savaşıyordu. Ülkesine yeni enerji kaynakları bulmak için vatandaşlarına farklı politikalar göstererek, yeni cephelere yelken açıyordu. Bombalar, pek çok kıtaya düştü. Bu arada Çin, sadece çalışıyordu.
Ve beklenen oldu. Çin, elindeki rezervleri bir gecede Amerika Birleşik Devletleri’ni sıfırlamak için kullandı. Dünya artık büyük bir anarşinin içine düşmüştü. İşyerlerinde yağma başladı. Türk halkı, o güne kadar kendi parasına değil Amerikan Doları’na güvenmişti. Her ülke ayrı ayrı kendi içinde kaynadı. Karmaşa, devletlerin savaşına dönüştü. Enerji kaynakları için 3. Dünya Savaşı başladı. Savaşmak kaçınılmazdı. Amerika Birleşik Devletleri, ekonomisi çökse de savaşmayı sürdürüyordu. Artık Türkiye, Amerika Birleşik Devletleri ve arkasına aldığı güçlerle Türkiye Cumhuriyeti’ni de bombalıyordu. Benim bulunduğum karargah Bursa’da görev yapıyordu. “Çanakkale geçilmez” dedirten ulusun evlatları, ne yazık ki, tarihin tekrarını sağlayamamıştı. Geri çekiliyorduk. Bursa’yı Amerikan güçleri almak üzereydi. Vurup kaçma taktiğini uygulamaya çalışıyorduk.
Savaş, acımasızdı. Öldürülen kadınlar ve çocuklar. Yaralılar için ne bir ilaç, ne de sargı bezi. Yokluk, yüzyıllar sonrasında soğuk yüzünü bir kez daha gösteriyordu. Çatışmanın ortasında kalmıştık. Bu çemberden nasıl çıkacaktık? Bir dağ evine sığındık. Bir kadın, hamile bir kadın bizimle son yiyeceklerini paylaştı. Ancak buradan da çıkmak zorundaydık. Yanımıza hamile kadını alarak, dağ yollarını takip etmeye çalıştık. Kadın zorlanıyordu ama yılmıyordu. Bize rehberlik ediyordu. Ağaçların sıklığı bizi koruyan tek kalkandı. Bir mağara bulduk. Geceyi orada geçirdik. Soğuktu ama ateş yakmadık. Duman, bizi ele verebilirdi.
Sabaha karşı kadının sancıları başladı. Doğum kaçınılmazdı, tıpkı hayatın gerçekleri, tıpkı savaş gibi. Türkiye için bir kahramanın doğduğunu nereden bilecektik ki!
Onu eline alan ilk ben oldum. Bursalı Hasan, Türkiye’yi aydınlığa kavuşturacak yeni lideri ilk kucaklayan insan…
Tekrar yola koyulmak zorundaydık. Ya yeni doğum yapmış kadın ve bebek ne olacaktı? Kadın bebeğini bize emanet etmedi. Bezlerle göğsüne sardı onu ve tekrar yola koyulduk. Karargaha, bir günlük yoldan sonra ulaştık.
Savaş, uzun sürecekti. Bebeğin ismini bile bilmiyordum. Bu arada bir kolumu kaybettim. Savaşamıyordum ama savaşanlara yardım ediyordum. Yaşlanmıştım. Bir ömür savaş alanlarında, duygularım çatışmalarda tükeniyordu. İnancım, bilmiyorum ne kadar kalmıştı? Genç bir komutan, dilden dile anlatılıyordu o günlerde. Ellerime doğan bebeğin bir efsane olacağını henüz bilmiyordum. Kader bizi bir kez daha onun yaralarını sararken buluşturdu. Bacağından yaralanmıştı. Mermiyi çıkardım. Yarasını temizledim ve sardım. Sargı bezi olmadığı için her kumaş, bizim için sargı beziydi.
O günden sonra beni hiç yanından ayırmadı. Türkiye Cumhuriyeti, yoklukların içinden bir kez daha yükseliyordu. İnanç, savaş yıllarının içinden yeniden tohumunu onunla saldı. Kazanılan cepheler gittikçe arttı. Sınırlarımıza ve gücümüze kavuşmuştuk. Bir gün beni Bursa’daki dağ evine götürdü. Anılar bir bir canlanıyordu. Annesi ile donup kalmıştık. Çatışmanın çemberinden kurtuluşumuz, mağaradaki doğum bir kez daha canlandı zihinlerimizde. İşte o bebek bugün Türkiye’nin kahramanıydı.
Yüzyıllar geçse bile Türklerin yüreğindeki Atatürklerin ölmediğine, küllerinden doğan Anka Kuşları’nın varlığına bir kez daha inandık. Onu ilk kez tuttuğum elim, kolum yerinde yoktu. Düşman, koparmıştı. Ama onun yerine bir kahramanım, ülkemi yeniden yapılandıran bir liderim vardı.
Türkler, yeniden yapılanan dünya içinde kendi para biriminden başka paraya bir daha sırtını dayamadı. Gücün kaynağının sadece kendinde olduğunu, başka devletlerden destek, yardım beklememesi gerektiğini çok acı tecrübelerle anladı.
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.