Halikarnas Balıkçısı (Cevat Şakir Kabaağaçlı) üzerine… 2025-02-24 23:52:10
Yazar: Osman Akbaşak
Yazının en başında belirtmek isterim, bu yazı öncelikle bir kitap yazısıdır. Başlığa bakarak sadece bugünlerde gündemde olan bir dizinin eleştirisi olarak kabul edilmemesini dilerim. En önemli yazılma nedeni kendisiyle dokuz kez televizyon programı yaptığım sevgili hocam Şadan Gökovalı’ya bir vefa borcudur. Öncelikle bu vefa borcunun ne olduğunu açıklamak isterim.
2009 yılında Sky Televizyonu'nda başladığım “Geçmişten Geleceğe Kent ve Yaşam” programına devam ettiğim günlerde değerli dost Pervin Özdemir aracılığıyla Şadan Gökovalı ile tanıştım. İlk karşılaştığında “Ben seni tanıyorum, programını izliyorum” dediğinde sanki başım göğe ermişti. Öyle ya ben o günlerde acemi bir programcı, o ise bulunduğu ortamın doruğunda efsane bir isim… Küçük bir sohbetin ardından “Konuğum olmayı kabul eder misiniz?” diye sorduğumda, “Elbette olur, ne konuşacağız?” dedi. Aklıma ilk gelen ismi ile bütünleşen Halikarnas Balıkçısı’ydı elbette, söyledim, “Tamam” dedi, “Ama babasından soru sorarsan yanıtlamam” diye devam etti. Nedenini sonraki sohbetlerimizde anlattı. Hakkında kesinleşmeyen, çoğu zaman dedikodu malzemesi olan konuları gıyabında konuşmak istemediğini anladım ve saygı duydum.
Televizyondaki dizi başladıktan sonra kitaplığımı kontrol ettim. Aile hakkında yazılmış olan kitaplardan iki tanesini yıllar önce okumuştum ama okuduğum zamanlarda henüz Halikarnas Balıkçısı'nı yakından tanımıyordum. Diğer iki kitabı sonradan aldım. Elbette en önemlisi de kendi yaşamını anlattığı “Mavi Sürgün” kitabıydı; onu da yıllar önce okumuştum. Doğaldır ki yıllar içinde onlarca hatta yüzlerce kitap okuduğum için ayrıntıları kaçırmış olabilirdim. Yaklaşık bir buçuk aylık sürede tamamını bir daha okudum. Ayrıca 1993 yılında çevrilmiş olan Mavi Sürgün filmini de izledim. Şimdi bu kitaplar üzerine görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Füreya - Ayşe Kulin
Tam anlamıyla bir dönem kitabı, ailesinden söz ettiği gibi ikinci eşi olan Kılıç Ali dolayısıyla Cumhuriyet’in ilk yıllarının bir belgeseli gibi kabul edilebilir. Ayşe Kulin'in en güzel kitaplarından biridir. Füreya bilindiği gibi ülkemizin ilk kadın seramik sanatçısıdır, bunun yanında resimleri ile de binilir. Cevat Şakir Kabaağaçlı'nın büyük kız kardeşi olan Hakiye ve eşi Emin Koral'ın kızıdır. Emin Koral da Mustafa Kemal'in Harbiye'den sınıf arkadaşıdır.
Füreya, annesinden ne kadar zorlamış olsa da dayısının yani Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın dedesinin kuşkulu ölümü ile ilgili hiçbir bilgi alamaz ve doğal olarak da kitabında bu konuda bir ayrıntı vermez. Sadece bir yerde, şöyle bir paragrafta söz eder:
“Olay ülkede büyük yankılar uyandırdı. Herkes, o gece çiftlikte neler olup bittiğine dair tahminler yürütüyordu. Bu olayın arkasında yatan gerçeği aramak bence Japon filmi ‘Raşomon’a çok benziyor. Orada izleyiciler tanıkları dinlerler ve her tanığın doğruyu söylediğine inanırlar. Oysa her tanık aynı olayı ayrı ayrı o kadar değişik şekillerde anlatır ki sonunda gerçek çok yönlü, karanlık ve çözülmez hale gelir. Tanıklar da gerçeğin ne olduğunu hiçbir zaman anlayamazlar.”
Şakir Paşa Ailesi - Şirin Devrim
Şirin Devrim, Şakir Paşa'nın altıncı çocuğu, Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın dördüncü kardeşi olan Fahrünnisa'nın kızıdır. Elbette küçük kardeşlerden birinin kızı olduğu için olaylara daha uzaktır. Yazdığı kitap yine bir dönem romanı niteliğindedir ve ailenin tarihi olarak en bilinen kitapların başında gelir. Annesi Fahrünissa Zeyd, dayısı Melih Devrim üzerine de bilgiler verir. Şakir Paşa'nın öldürülmesi olayına en ayrıntılı bilgiler burada verilir Ama bu bilgiler diğer kitaplardan alıntılar niteliğindedir. Ağırlıkla da Halikarnas Balıkçısı'nın “Azra Erhat’a Mektuplar”ından yararlanılmış olmalıdır.
Kitabın 47. sayfasında, “Kimileri Şakir Paşa'nın genç karısı ile ilgisi olduğunu öğrenen Cevat'ın kıskançlıktan bu işi yaptığını düşündü. Cevat hakkında çevrilen Mavi Sürgün adlı film bu varsayıma dayanıyor ben buna katılmıyorum” der. Şirin Devrim son yıllarında dayısının yanında olup 1973 yılında çekilen bir fotoğrafını da kitabında paylaşmıştır
Şakir Paşa Köşkü - Nermidil Erner Binark
Nermidil Erner Binark, Şakir Paşa'nın üçüncü çocuğu, Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın ikinci kardeşi olan Ayşe ve eşi Ahmet Erner’in kızıdır. Diğer kitaplarda olduğu gibi bu kitap da yine bir dönem romanıdır. Emin Paşa gibi Ahmet Erner de Mustafa Kemal Atatürk'ün sınıf arkadaşıdır, Birinci Dünya Savaşı sonrasında Ermeni olaylarından sorumlu tutulmuş ve Malta'ya sürülmüştür. Ulusal Kurtuluş Savaşımız sırasında Malta'dan kaçabilmiş, Almanya'ya sığınmış ve sonrasında Samsun'a yerleşmiş, ticaretle uğraşmıştır.
Nermidil Erner Binark, Cevat Şakir Kabaağaçlı'yı suçlayan teyzesi Hakiye ve annesi Ayşe’nin etkisi altında vurulma olayına sadece iki paragrafla değinmiş, son paragrafta da şöyle bir ifade kullanmıştır:
“Burada belirtmek isterim ki, bazı yazarların Cevat'a bir mazeret bulmaya, onu aklamaya çalışmalarını hayretle izliyorum. Gerçek gerçektir. Cevat'ın iyi bir yazar olması gerçekleri değiştirmez, onu da bağışlatmaz.”
Anılar Akın Akın - İsmet Kabaağaçlı Nooan
İsmet Hanım yaşanan olayların en uzağındaki isim, Halikarnas Balıkçısı’nın kızı… Onun kitabında konu ile ilgili anlattıkları sadece balıkçının İtalyan eşinden olan kızı Mutarra ile ilgili.
“2004 yılı Mutarra’nın kızı Çinzia ve arkadaşı Valeria Bodrum’da tatildeler. Çinzia yolda yürürken birden kafasını kaldırmış, yolun üstündeki ‘Cevat Şakir Caddesi’ yazısını fark edince, ‘Bu benim dedem!’ diye haykırmış. Babamın ölümünden önce, Bodrum’un tek giriş caddesine ‘Cevat Şakir Caddesi’ adı verilmişti. Cevat Şakir o zaman espriyle, ‘Ha, şimdi hükümetin bana yıllardır yaptığını, üzerimden geçen eşek ve develer yapacak’ demişti. Ne gariptir ki bu caddenin adı 30 yıl sonra böyle bir buluşmaya vesile olacaktı. İki arkadaş hemen belediyeye gidip görevliye sormuşlar. Fakat ne onlar görevliyi ne de görevli onları anlamış. Gene de işin peşini bırakmamışlar, İstanbul’a döndükten sonra araştırmaya, soruşturmaya devam etmişler. Ve böylece Çinzia dedesini bulmuş; biz de ablamızın ailesine kavuşmuş olduk.”
İsmet Kabaağaçlı Noonan kitabında, herhalde duyduklarından olabilir, babaannesinin babasını nasıl sahiplendiğine de yer vermiş:
“Babaannemi düşünüyorum; bir yanda eşi, diğer yanda oğlu… Eşi ölmüş, oğlu hapiste; aile darmadağın. Daha sonraları oğlunu hapishanede ziyarete gittiği için kendisine kızan iki büyük kızı, Hakkiye ve Ayşe’ye, ‘Bu düşüncedeyseniz terk edin Büyükada’yı’ demesin de ne desin?”
Aslında yukarıdaki kitaplar için daha yazacak çok şey var ama yerimiz bu kadarına izin veriyor.
Ve… Halikarnas Balıkçısı’ndan
Halikarnas Balıkçısı Azra Erhat'a yazdığı bir mektupta özetle şöyle diyor:
“Birçok şeyler var ki, onları söylemeye can atarım. Bunlar hep dilimin ucundadır. Bir kere temas etmiştim. Korkarım söylemeye, çünkü ya kendimi haksız olarak berbat etmek yahut da kendimi tamamen haklı çıkarmaktan çekinirim de ondan…
… İnsan bir yolda giderse şeytan olur öteki yoldan giderse melek, evliya olur ama yolun sağından ve solundan gitmeyi seçmek tamamen iradenizde olmayabilir bir çöp terazinin bir kefesine ağır basabilir bu cümlem büyük bir tecrübenin neticesidir.
… Eh canım münakaşa pek karışık konular üzerindeydi ve pek şiddetliydi. Babam çiftlikte, her zaman bir suikasttan korktuğu için, yanında müteaddit tabancalar ve silahlar bulundururdu. Evvela zengin bir adam, sonra asker. Münakaşa öyle bir raddeye vardı ki benim üzerime ateş etti.
Ben rasgele oradaki bir tabancayı alarak, -amma onun eli tabancaya giderken yüzünden okudum- ona doğru nişan almadan ateş ettim. İki el ateş edildi. İlkin onunki sonra -hemen sonra- benimki. Aynı zamanda gibi bir şey. Bu münakaşa götürmez. Yoksa ölen ben olurdum. Hayır o öldü! Ben de ölümden beter mahvoldum. O kurtuldu. Korkunç bir acı duydum. Amma vicdan azabı duymadım. Ondan daha korkunç bir şey oldu. Kendi kendime olan güvenimi kaybettim. Yani kendimi o gün bugün yalan sanıyorum. Beni methettikleri zaman kızarım.”
Mahkeme sonucunda da yargıç bunun önceden tasarlanmış bir cinayet olmadığına ama kaza da olmadığına karar verdi. Yargıç, şiddetli bir tartışmanın heyecanı ile silahların patladığı sonucuna varmıştı. Cevat Şakir Kabaağaçlı on dört yıl hapis cezası aldı, yedi yıl sonra hastalık nedeniyle serbest kaldı.
Bodrum’a sürgün edilme nedeni ise Resimli Hafta Dergisi'nin 13 Nisan 1925 tarihli sayısında yayımlanan “Hapishanede İdama Mahkûm Olanlar Bile Bile Asılmaya Nasıl Giderler” başlığı ile yazdığı yazıdan dolayı Ankara İstiklal Mahkemesi tarafından üç yıl kalebentlik cezası almasıdır.
Sonuç olarak, hiçbir kaynak Şakir Paşa’nın geliniyle ilişkisi olduğu konusunda bir karara varmıyor. Ancak maalesef dizi sadece bu konuya odaklanmış durumda. Oysa anlatılacak, aktarılacak, tarihe malolmuş onca kişilik, yazınsal ve tarihsel değer taşıyan o denli çok konu varken…
Gelin hem bu kitapları hem de Halikarnas Balıkçısı’nın çok sayıdaki kitabından en az birkaçını okuyarak biz okur görevini yerine getirelim.