Fotoğraf çekmek, oh ne keyif ne keyif… 2024-09-10 13:30:07
Yazar: Raşel Rakella Asal
Fotoğraf makinesi 1839 yılında icat edildi. Hiç kimse bu icadın hayatımıza bu kadar yerleşeceğini tahmin etmemişti. Hatta hayatımıza o kadar yerleşti ki, fotoğrafın icadı modernleşmenin en önemli araçlarından biri oldu. Teknik gelişmelerin hızla ilerlemesine paralel olarak doğal olarak toplumun da alışkanlıkları başkalaşım geçirdi.
Fotoğraf makinesi o kadar yaygınlaştı ki, uygarlığımızı fotoğraf olmadan kimse düşünemiyor. Fotoğraf olmasaydı, her yıl milyonlarca görüntü basan kitaplarımızın, gazetelerimizin, dergilerimizin ne olacağını düşünebiliyor musunuz? Fotoğraf olmasaydı sinema da olmazdı, aya ayak basan insanı asla göremezdik.
Hele cep telefonuna son eklenen internet ve fotoğraf makinesi özellikleriyle basit bir iletişim aracı olmaktan çoktan çıktı. İlave edilen bu fonksiyonlar sayesinde, akıllı telefonlarımız cebimizde taşıdığımız küçük bilgisayarlarımız, küçük fotoğraf makinelerimiz oldu. Hatta dijital zoom sayesinde fotoğrafın ayrıntılarını inceleyebiliyor, çekilen görüntüyü çeşitli efektlerle işleyerek yaratıcılığımızı sergileyebiliyoruz.
Cep telefonlarına fotoğraf makinesinin eklenmesiyle özel anılarımızı, önemli önemsiz her türlü olayın kaydını tutma alışkanlığını da kazanmış olduk. Biriktirmesi kadar paylaşılması da kolaylaşınca bellekte kaydedilen hatıralar gibi asla yinelenmeyecek bir anın yeniden hafızamızda canlanması çekilen fotoğrafa değer kazandırmış oldu.
Fotoğrafın tarihinde stüdyo fotoğrafçılığının önemli bir yeri var. En çok hazırlık gerektiren, fotoğrafçının direktiflerinden gelen komutla poz verilen ve kişisin sabrını zorlayan fotoğraf çekimiydi bu. Benim çocukluğumda evimizde fotoğraf makinesi yoktu, resim çektirmek için stüdyoya gidilirdi. Burada çekilen fotoğrafların alt köşelerinde süslü bir yazıyla “foto …” diye başlayan adlar göz alıcı bir damga olarak yer alırdı.
Hemen her mahallede bir fotoğrafçı dükkânı vardı. Güzelce giyinilir, saçlar başlar yapılır, herkes kıyafeti ile özenli olmaya çalışırdı. Fotoğrafçı sahneyi hazırlar, muhteşem bir fon, plastik çiçekler, modern sandalyeler hazırdır. Fotoğrafı çekilecek kişi ya da kişiler yaratıcı fotoğrafçı tarafından, hayatında hiç yapmadığı yapay pozisyonlara sokulur. Her ne kadar, “Ben gülmek istemiyorum, başımı sol yana hafifçe eğmesen olur mu, küçük kardeşim neden oturuyor? ben ayakta, elim onun omuzunda duruyorum…’’ gibi laflar sarf edilse de fotoğrafçı sabır ve inatla, fotomodellerini çileden çıkarır ama fotoğrafı çekerdi. Tahmin edersiniz ki, bu fotoğraflarda kişi kendi gibi olmak ve bakmaktan çok uzaktı ama olsun...
Osmanlı’da fotoğrafı keşfeden kişi padişah 2. Abdülhamid olmuş. “Fotoğraf yüzlerce sayfalık rapordan daha çok şey anlatır” diyen 2. Abdülhamid’den kalan 800 dolayındaki albüm bugün İstanbul Üniversitesi Kitaplığı’nda saklanıyor. Bu albümlerde fotoğraflanan o günlerin gemileri, fabrikaları, resmi yapıları, köprü, cami ve mescitleri, askeri birlikleri ve yabancı konukların fotoğrafları değerli belgelerimizi oluşturuyor.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında iki kadın girişimci Naciye ve Muzaffer Hanımlar olmuşlar. Naciye Hanım kendi stüdyosunu kurmuş, Muzaffer Hanım ise seyyar fotoğrafçılık yapmış. O günler için bu kadınların cesaretlerine hayran olmamak imkânsız. O devirde kadınların bir işte fiilen çalışmaları, bir iş kurmaları düşünülmezken Birinci Dünya Savaşı’nın getirdiği ekonomik sıkıntılar bu kadınları fotoğrafçılıktan hayatlarını kazanmaya itmiş.
Aslında o yıllarda, halk fotoğrafa pek iyi gözle bakmaz, ilk fotoğrafhanelerden olan Resne ve Yeraltı fotoğrafhaneleri tehdit edilir, vitrinler kırılsa da Naciye Hanım kolay kabul görür. O dönemde kadınların erkek fotoğrafçılar karşısında peçelerini açmaları pek hoş karşılanmadığı için, fotoğrafhane hanım müşteriler için önem kazanır. Kadınlar, Naciye Hanım'ın karşısında rahatlıkla yüzlerini ve omuzlarını açıp, saçlarını dökerek poz verirler. Bu özel fotoğraflarını, cephede savaşan eşlerine, özlem dolu mektuplarıyla birlikte gönderirler.
1923 yılında Muzaffer Hanım, seyyar fotoğrafçılığa profesyonel anlamda başlar. Dönemin aktüel kadın dergisi olan Süs Dergisi'nde yer alan "Muzaffer Hanım: Seyyar Fotoğraf" başlıklı haberi şöyle verir:
"Artık kadınların resimciye gitmek, ihtimal sıra beklemek, sanatkârın keyfine esir olmak, makine karşısında mum gibi dikilip durmak devri kapanmıştır. Kadınlar, Seyyar Fotoğraf Muzaffer Hanım’ı evlerine çağırabilecekler ve kendi istedikleri pozdaki fotoğraflarını da ona çektirebileceklerdir."
20. Yüzyıl'ın ikinci yarısından itibaren amatör fotoğrafçılığın yaygınlaşması ile fotoğraflar genellikle albümlerde saklanan, yakın çevreyle paylaşılan bir aracı vazifesini gördü. Fotoğrafların biriktirilmesi, paylaşılması kolaylaştı, albümlerde yerlerini aldılar, misafirliklerde ailenin ziyaretçilere gösterdikleri en değerli eşyaları arasındaydılar. Yapışkanlı karton sayfaları bulunan, üzeri jelatinle desteklenen bu albümler ailenin anılarının bir geçit töreni, ailelerin övünç kaynağı oldu.
Genelde bu albümlerde bebeğin ilk adımları, ilk banyosu ihmal edilmez, kayda geçerdi. Bebeğin mutlaka çıplak bir pozu bulunurdu. Anne babanın gençlik yıllarından, okul mezuniyetlerine, nişan ve evlilik günlerine, annenin lohusalığına, okul çağına giden çocukların ilk günlerine, evdeki delikanlıların askerlik görevlerine kadar aile fertlerinin önemli anılarının korunduğu ve belgelendiği fotoğraflardı bunlar. Kişi yaşadıkça, çocuğuna, torununa, mümkünse torunun çocuğuna göstermek üzere el altında bulundurulurdu.
Sahafları gezenler bilir, oralarda aile fotoğrafları satılır. Kim bilir kimin ailesi, belki savaşta dağılmış aileler, belki bir zamanların hanımefendileri, beyefendileri… Şimdi ise bir kâğıt parçasına dönüşmüşler… Ne zaman görsem içimi acıtır. Bu fotoğraflar anlattıklarından çok, bize gösterdikleri ile anlamlıdırlar. İyi kötü anıların, mutlu mutsuz günlerin, özlenen beklenen insanların, gülümsemelerin somurtmaların ardında yaşanmışlıkların hikayeleridir her biri. Yaşamdan dondurulmuş bir uzamdan bize seslenirler. Boş zamanlarınızda vakit ayırıp bir sahafa gidip onlara göz atmak sizi alıp uzaklara, geçmiş yaşanmışlıklara götürür.
Susan Sontag "Fotoğraf Üzerine" adlı kitabında fotoğraf için şu saptamayı yapıyor:
"Fotoğraf biriktirmek dünyayı biriktirmektir. Filmler ve televizyon programları duvarları aydınlatır, ışıkları titreştirir ve yok olup giderler; oysa durağan fotoğraftaki görüntü aynı zamanda hafif, üretimi ucuz, taşınması, toplanması ve saklanması kolay bir nesnedir.”
Eminim hepiniz fotoğraf çekmeyi seviyorsunuz. Hele günümüzde teknolojinin nimetlerinden biri olan cep telefonuyla fotoğraf çekmenin kolaylığına erişince artık her anımızı korumaya başladık. Bu fotoğraf çekme ayininden keyiflenerek hafif bir gülümseyişin yüzümüzde dolaşmasıyla kendimizi bir oyuna atar gibi, poz veriyor, poz verdiğimizi bilerek o küçük oyuncağın karşısına geçiyoruz. Oh ne keyif ne keyif...