Ege’de kutlanan çok renkli bir bayram: Dana Bayramı 2025-05-13 10:36:26
Yazar: Semra Yeşil
Afrika kökenli Türklerin Anadolu’daki varlıkları Fatih Sultan Mehmed dönemine kadar uzanır. Bunun en önemli kanıtı ise İstanbul’un fethini tasvir eden bir tabloda önde duran askerlerden birinin Afrika kökenli bir cengaver olmasıdır.
İşte bu tablo, Osmanlı Dönemi’nde Türkleşen, Afrika kökenli halkın Anadolu’daki geçmişinin ne kadar eskiye dayandığının bir işaretidir…
Aslında Osmanlı topraklarında yerleşik duruma gelmelerinin ilk olarak, Osmanlı Donanması’nda uzun yıllar görev yaparak emekli olan Afrika kökenli denizcilerin Batı Anadolu’ya iskan edilmeleri ile başladığı rivayet ediliyor.
Bu tarihlerden 20. Yüzyıl'ın başlarına kadar özellikle İzmir, Muğla, Aydın gibi vilayetlere yerleştiriliyorlar. Afrika’dan Anadolu’ya göçlerin en önemli sebeplerinden bir diğeri ise Kuzey Afrika’daki Osmanlı yönetimi altındaki toprakların kaybedilmesi…
Bu süreçte Anadolu’ya göçen bazı Afrikalı aileler de yine Ege ve Akdeniz sahillerine yerleştiriliyorlar. 1830 yılında Cezayir’in elden çıkmasıyla burada yaşayan ailelere vatandaşlık verilerek Mersin, Adana ve Şam’a yerleştirildikleri de görülüyor.
Bir diğer iskân hareketi ise 1833 yılında köleliğin kaldırılmasından sonra Osmanlı Devleti’nin gemilerinde çalıştırılan kölelerin bir daha esir düşmemeleri için Batı Anadolu’ya yerleştirilmeleri...
Bu vesileyle gelen Afrika kökenli aileler İzmir ve Aydın’daki bazı köylere yerleştirilirler. Ayrıca çok az bir bölümü ise saraya alınan harem ağalarının torunları olduğu söylenir.
Bütün bunların dışında;
Muğla’ya iskân edilenler ise Mısır Hıdivi Abbas Hilmi Paşa tarafından pamuk işçisi olarak getirildikleri de söylenenler arasında…
Ayvalık’ta yaşayanların ise Girit’ten 1923 mübadele anlaşması gereği gelenler oldukları biliniyor.
Bu ailelerin çocuklarından okuyup pilot, doktor, öğretmen, müzisyen ve sinema sanatçısı olanların birçoğu Anadolu topraklarını vatanları olarak benimsediler ve önemli mevkilere geldiler. Birinci Dünya Savaşı ve Millî Mücadele yıllarında çok önemli görevler üstlendiler.
Tüm bunlar dışında, Nijerya, Suudi Arabistan, Libya, Kenya ve Sudan asıllı olanlar genellikle Zanzibar üzerinden Dalaman, Manavgat, Çukurova, Menderes ve Gediz ovasına tarlalarda çalıştırılmak üzere getirilenler de olduğu bilinenler arasında…
Bazı kaynaklarda 19. Yüzyıl'da İzmir'in Sabırtaşı, Dolapkuyu, Tamaşalık, İkiçeşmelik ve Ballıkuyu gibi semtlerinde yoksul Afrika kökenlilerin, Manisa'nın Yarhasanlar Mahallesi'nde de bir dönem yoğun bir Afrikalı nüfusun olduğundan söz edilir.
Günümüzde çoğunlukla Batı Anadolu’nun İzmir, Aydın ve Muğla gibi illerinde yaşayan Afro-Türkler, ülkemizin kültür mozaiğinin ayrılmaz bir parçasıdır.
Manisa ve İzmir'de bilinen bahar bayramlarına benzeyen, ancak Afrikalılara özgü, geleneksel bir bahar bayramının, “Dana Bayramı” adıyla 1880'lerden 1920'lerin sonuna kadar Mayıs ayının bir ya da ikinci haftasında kutlandığı biliniyor.
Aylarca hazırlık yapılan bu bayram dört hafta sürüyor. Kültürel bir miras olan bu bayram topluluğun ruhunu ve ortak geçmişlerini onurlandıran bir kutlama olup, dayanışmayı, bir araya gelmeyi, paylaşmayı, kaynaşmayı, yardımlaşmayı ifade ediyor.
Godyaların liderliğinde ve müzik eşliğinde kapı kapı dolaşılarak toplanan bağışlarla satın alınan dana, bir törenle boynuzlarından ve gövdesinden süslenerek halkın katıldığı bir merasimle kurban ediliyor. Daha sonra pişirilerek halka ikram ediliyor. (Günümüzde de bu kutlama eylül ayında yapılmakta, sadece iki gün sürmekte ve artık kurban kesilmemektedir.)
Bu vesileyle “Naşide” isimli bir hikâyemin “Dana Bayramı”nı anlattığım bir bölümünü sizlerle paylaşmak isterim…
***
Ahmet, “Biliyorsun iki gün sonra dana bayramı başlıyor. Ailecek gelirsiniz değil mi? Yarın dana geliyor. Ertesi gün gezdirilmeye başlanacak. Çok eğleneceğiz bu yıl” derken, “Hadi bana Dana Bayramı'nın hikayesini de anlat” diyorum.
“Büyüklerimden dinlediğime göre Afrika’dan köle olarak getirilen insanların yılda bir kez bir araya geldikleri bir günmüş. O gün tüm köleler bir meydanda toplanırlarmış. Ortada bir dana olurmuş ama kesilmezmiş. İnsanlar ailesinden kaybettiklerini bulabilme umuduyla gelirlermiş meydana. Pek çoğu bu bayram sayesinde birbirlerine kavuşmuş. Dana, Afrika’daki inanca göre hem kutsal hem de maddi açıdan değerli bir hayvan. Ailelerin zenginliği sahip oldukları dana sayısına göre belirlenirmiş. Dananın kutsal sayılmasının nedeni ise yılda bir kez yapılan bu bayram sayesinde bütün yıl boyunca kötü ruhların getireceği hastalık ve kötülüklerden korunacaklarına inanmalarıymış. Ama biz daha çok bugün kesilen dana ve mahalle halkının pişirdiği yemekler ile açların doymasını, toplanan giysiler ile giyinmelerini sağlıyoruz. Bu vesileyle de yaza ‘merhaba’ diyoruz. Buradan herkes çok mutlu ayrılıyor. O gün biz de çok mutlu olacağız” derken gözbebeklerinde neden biriktiğini anlayamadığım yaşları saklamaya çalışıyordu.
O günler benim için unutulmaz bir şölen olmuştu. Sonraki dört hafta boyunca dana, mahalle mahalle dolaştırılarak erzaklar toplandı. Cuma gününe denk gelen dördüncü gün ise boynuzlarına pullu yemeniler, gelin telleri, mendiller bağlanmış dananın yanında ellerinde kocaman tefler, kırmızılı, sarılı, yeşilli elbiseleri, boyunlarında ve kulaklarında koca koca takılar, başlarında renkli güller ile mahalle sakinlerinin, bugün bile Basmane’deki “Dana Meydanı” olarak anılan büyük meydana gelişleri ile tören başladı. Çevredeki evlerin bahçelerinden alınan rengarenk sardunya saksıları ile çevrelenmiş tören alanında bal kabağından yapılmış bodengosunu çalmak üzere tilki kuyruğu şapkalı “Kabakçı Arap” denilen biri geldi. Herkes yerini aldıktan sonra allı pullu, rengarenk giysili, tüylü şapkalı “Godya” törenle danayı kesti, yardımcıları da etleri parçalayarak meydanın tam ortasına kurulmuş kazana pişmesi için attılar. Bu işler bittikten sonra eğlence başladı. O sıralar Ahmet gözden kaybolmuştu. Ben de annemlerin yanından ayrılamıyorum. O sırada bodengo sustu ve davul sesinin ardından zurna çalmaya başlarken, gözüm meydanın karşı tarafındaki kalabalığın arasından çıkan bir grup gence takıldı. Başlarında Ahmet vardı.
“Hadi ülen de! Bu dağlarda geyik kalmadı. Sen oyna Koca Arap da senden başka yiğit kalmadı” diyerek müthiş bir zeybek gösterisi yapmaya başladılar.
Ahmet’in bu kadar güzel zeybek oynadığını bilmiyordum. Herkes o kadar etkilendi ki, alkışlar susmak bilmedi. Dananın piştiği haberi geldiğinde de kenara dizilmiş masalar ortaya çekilerek sofralar kuruldu. Sofrada neredeyse yok yoktu. Bamya çorbasından “Arap Kızı” tatlısına kadar her şey vardı. Yemekler yenildikten sonra şenlikler gece yarısına kadar sürdü.
Dikkatlerin eğlenceye odaklandığı bir anda Ahmet’in bana işaret ettiğini gördüm. Tuvalete gitme bahanesiyle annemlerin yanından ayrılıp, ağaçların arkasında bekleyen Ahmet’in yanına gittim. Birbirimize sarıldığımızı kimse görmedi…
“Naşidem, biz yarın pamukta çalışmak için Söke’ye gidiyoruz, seninle bir süre ayrı kalacağız. Ama sonbaharda döneceğiz. Önümüzdeki yıl okulum bitiyor. Biter bitmez devamlı bir iş bulup çalışmaya başlayacağım. Bir daha da yazın tarlada çalışmaya gitmeyeceğim. Ondan sonra hep birlikte olacağız. Bekleyeceksin beni değil mi?” sorusuna tüm kalbimle, “Elbette bekleyeceğim” diye cevap verirken yüreğime düşen ateşin uzun yıllar sönmeyeceğini bilmiyordum…
Kaynaklar:
https://afrikadansavrulanlar.blogspot.com/
https://www.derintarih.com/oteki-tarih/afro-turkler-vatan-mudafaasinda/