Taş deyip geçebilir miyiz? 2024-11-03 16:31:33
Yazar: Semra Yeşil
“Fiziksel veya kimyasal durumu değişiklikler gösteren, rengini içindeki maden, tuz ve oksitlerden alan sert ve katı madde” olarak tanımlanan taşa, “taş deyip geçmemek” gerektiğini yazıyı okuduğunuzda sizler de fark edeceksiniz. Zira ben de bunu yazarken idrak ettim. Yazıyı hazırlamadan önce okuduklarım hayatın ve tarihin bütün hikâyesinin taşların içine gizlendiğini söylüyordu…
Kayra Han’dan Türk ve Altay mitolojisinde yaratıcı ve baş tanrı olarak bahsedilir. Babası ilk tanrı olan Gök Tengri’dir. Dört oğlundan biri olan Ülgen ise merhamet ve iyilik tanrısıdır. Yaratılış efsanelerinde, denizden çıkan taşa oturunca rahatlar ve;
“Denizden çıkan taş fırladı çıktı yüze,
Hemence taşı tuttu, bindi taşın üstüne!
Artık Ülgen memnundu, rahatı bulmuş idi
Üzerinde duracak bir yeri olmuş idi.”
şeklindeki mitolojik anlatıdan bile taşın işlevinin yeryüzünün ve canlıların yaratımından önce dahi ne kadar önemli olduğu görülmektedir.
Anlaşıldığı kadarıyla, mitolojide taş, kurtarıcı, üzerinde durulabilecek bir yer olarak tanımlanmıştır. Dünya var oldukça var olan taşlar, en kalıcı şahitlerdir. Çünkü taşlara şekil vererek oluşturulan eserler ve üzerine işlenen şekiller, tarihe ışık tutan, geçmişten geleceğe uzanan çok sağlam köprülerdir. Anadolu’nun çeşitli kültürlerindeki taşla ilgili inançlar incelendiğinde tarih öncesi devirdeki kültürlerde taşın çok önemli bir yeri olduğu görülür. Sümer, Akad, Babil gibi kültürlerde yer alan ve önemli işlevleri olan taşın Hititlerde ve daha sonraki kültürlerde de yeri hep vardır.
Hititlerde kutsallığına inanılan Havaşi Taşı, Anadolu’da Havaş Taşları adı verilen taşlar doğaüstü veya büyülü gücü olduğuna inanılan tapınma nesnesi olarak kullanılmıştır. Friglerde görülen Ana Tanrıça Kybele’nin de başlangıçta bir meteor taşıyla ilişkili olduğu bilinmektedir. Türk kültürünün ana belgelerinden Orhun yazıtlarında taş aracılığıyla, tarihimizin, kültürümüzün ve medeniyetimizin ilk önemli bilgilerine ulaşıldığı da bir gerçektir.
Kültürümüzde taş her dönemde hep ön planda yer almıştır. Binaların temel taşından tutun da akla gelen her yerde önemli işlevlerle karşımıza çıkar.
Ben de taşın bu çok önemli olan işlevlerini örnekleyeyim diye araştırma yaparken, ilk olarak karşıma “hamal taşı”, “sadaka taşı”, “mezar taşı”, “ezan taşı”, “dibek taşı”, “sabır taşı” şeklinde isimlendirilen taşlar çıktı. Bakalım bu taşların işlevleri nelermiş?..
Şadırvan ve çeşme kenarlarında bulunan “Hamal taşları” hamallar sırtlarındaki yük dolu küfe ile çeşmenin önünden geçerken su içmek için yere eğilip küfeyi bırakmasın, belleri zarar görmesin diye yapılmış, yükseklikleri 130 ile 150 santim arasında değişen taşlar...
Günümüzde bile eski yerleşim yerlerinde yürürken dikkat edecek olursak, hemen hemen her köşe başında karşımıza çıkan, pek çok şadırvanın veya çeşmenin hemen yanı başında yuvarlak ya da dörtgen mermer çıkıntılar görürüz. İşte bunlar hamal taşlarıdır.
Ticari hayatın yoğun olduğu ve cazip ticaret yollarında hamal taşları oldukça fazladır.
Sadaka taşı, yaklaşık iki metre boyunda, silindir veya dikdörtgenler prizması şeklinde olan taşlardır. Genellikle cami, çeşme yanı, çarşı, hastane vb. yerlerde ihtiyacı olanların alabilmeleri için para veya altın bırakılan yerdir. Osmanlı döneminde yaygın olarak görülen bu yardım şeklinin kökeni Selçuklular'a kadar uzanır.
İhtiyaç sahibi kişiler akşam karanlığı çökünce taşın olduğu yere gelerek hayırseverler tarafından bırakılan para veya altından ihtiyacı kadar alarak kalanını başka ihtiyaç sahipleri için bırakır, sadakayı bırakan için dua ederdi. Bu yardımlaşmanın böyle büyük bir nezaket ve hassasiyet ile yapılmasının ana sebebi ihtiyaç sahiplerinin rencide olmamasıydı. Bu şekilde yapılan yardımlarda özellikle sadakayı verenle alanın birbirini görmemesi esastı. Ayrıca sadaka taşlarının yanına nakdi yardımlar dışında giysi, gıda gibi malzemeler de bırakılıyordu.
Sadaka taşları eski câmilerimizin bazılarında hâlâ görülmektedir. Ancak çoğumuz ne anlama geldiğini bilmeden o taşların önünden geçer, gideriz.
Günümüzde İzmir’de de Namazgah semtindeki Kurşunlu, Pazaryeri ve Şeyh camileri ile İkiçeşmelik’teki Natürzade Camisi’nde bu sadaka taşlarını görmek mümkün…
Mezar Taşı, toplumun belleği olarak kabul edilir. Taşlar üzerindeki her sembol, işaret, her küçük detay bile birbirinden ilginç bilgi ve hikâye içerir. Mezar yerleri ve taşları üzerinden sosyal statüler, yaşanılan döneme ait dini, siyasi ve kültürel özellikler okunabilir.
İslâm-Türk geleneğinde mezarın baş ve ayakucuna konulan taş “şâhide” veya “mezar taşı” diye anılır. Özellikle Anadolu’daki tarihî mezarlıklarda bulunan mezar taşları Türk süsleme sanatı bakımından çok büyük önem taşımakta, taşların şekilleri ölenin cinsiyeti, mesleği, ait olduğu tarikat veya toplum, sahip olduğu unvan konusunda bilgi verir.
Osmanlı’daki mezar taşları, estetiğin ne kadar yüksek seviyede olduğunun önemli bir kanıtıdır. Yaşamla özdeşleşen çiçek, gül, lale, sümbül ve hurma dalı gibi motiflerin hepsinin farklı anlamları vardır. Geçmiş ile günümüz arasında bağ kurduran mezar taşları, aynı zamanda döneminin kültürel, sosyal ve siyasi hayatına dair pek çok bilgi sunar.
Mezar taşlarından ölen kişinin kadın, erkek veya çocuk mezarı olduğu kolayca anlaşılabilir. Kadın mezar taşlarının en dikkat çeken yönü çiçeklerle süslü olmalarıdır.
Ayrıca mezar taşlarında takı olarak kullanılan gerdanlık ve kolyeleri sembolize eden şekiller de bulunur. Erkek mezar taşları ise, başlıklarından tanınır. En sık görülenler ise sarık, kavuk ve fes formundaki başlıklardır. Ayrıca kişinin kimliğini belirten sembolik ifadeler de fazlaca kullanılmıştır.
Mezar taşlarında en yaygın kullanılan ağaç sembollerinden biri “Hayat ağacı”dır. Bu motif, Orta Asya kökenli bir motif olup, kullanımı M.Ö. 8. yıllara kadar uzanır. Hayat ağacı ve dalındaki kuş figürleri ölünün kendisini temsil etmekte ve onun Allah katına yükselmesini sembolize etmektedir. Ölümün sembolü olarak kullanılan “servi ağacı” da mezar taşlarında en çok rastlanan motiflerdendir.
Ezan taşı, geçmişte minaresi olmayan küçük cami ve mescitlerin yanında ya da bahçesinde, mezarlık alanlarda, tarla ve bağlarda bulunan, üzerine çıkılıp ezan okunan taşlara denilirdi. Elektriğin kullanımı ve teknolojinin gelişimiyle ezan sesi uzun mesafelere kadar ulaşabildiğinden günümüzde bu taşlar unutuldu.
Dibek taşı, köy meydanında, ortak kullanılan içi oyulmuş, sert ve büyükçe bir taştır. Köylüler, nöbetleşe buğday, mısır gibi tahılları bu taşın içinde ağaç tokmaklarla döverek kepeğini ayırırlardı. Anadolu köylüsünün temel besini olan keşkeklik hedik, aşlık, bulgurluk, dolmalık, çorbalık gıda malzemeleri dibek taşından geçerdi.
Dibek dövülmesinin köy hayatında çok özel bir yeri vardır. Festival havasında, çalgılı, oyunlu, çok canlı ve renkli bir imece adetidir.
Düğünlerde, bayramlarda köy halkına ikram edilecek düğün yemeklerinin, keşkeklerin hazırlanması düşünülürse dibek dövülmesinin değeri bir kat daha anlaşılır. Aynı zamanda genç kızlar, dibek dövülmesi zamanında görücüye çıkarlar, beğenilmek arzusuyla süslü kıyafetler giyerler, terbiyeli, düzenli, çalışkan ve saygılı davranışlar sergilerler...
Sabır taşı, dergâhlarda bir ömür boyu dervişler tarafından oyularak yapılan, muhteşem birer sanat eseri olan bu taşlar, günümüzde dahi mevcut. Konya Mevlana Müzesi’nde, bunlardan bazıları hâlâ sergileniyor.
Hiç ek yeri olmayan bu sabır taşları mermerden olur, derviş bu mermeri hayatı boyunca oyarmış. Çoğu zaman ömrü yetmez, oymaya oğlu devam edermiş, yine de bitmez ise genellikle torunları tamamlarmış.
Sabır taşları öğrencilere ve müritlere örnek olması açısından medrese ve dergâh girişlerine asılırmış. Anlamı ise tasavvufta çekilecek çilenin, göreve baş koymanın, ilme ve hizmete kendini vermenin bir göstergesiymiş.
Aslına bakılacak olursa; sabrı öğrenmek, nefsinin sivri yanlarını törpülemek, kendini hizaya getirmek, taşa değil, kendisine çekidüzen vermekmiş...
Yapımı ve işlevi şu ana kadar anlattıklarımdan farklılık gösterse de tarihteki önemli işlevi nedeniyle bir taştan daha söz etmek isterim…
Milyon Taşı…
İstanbul’da Yerebatan Sarnıcı’nın giriş kısmı yakınındaki bir taştır. 4. Yüzyıl’da Roma İmparatoru I. Konstantinus tarafından dikildiği kabul edilen taş, İstanbul’a ulaşan Antik Roma yollarının başlangıç noktası ve dünyadaki diğer şehirlerin İstanbul’a olan uzaklıklarının hesaplanmasında kullanılan sıfır noktasıdır. Milyon Taşı, Roma kültüründe önemli bir tarz olan tetrapylon şeklinde yapılmıştır. İlk yapıldığında kubbesinde kabartmalar ve heykeller bulunsa da zamanla bir kısmı yok olmuştur.
1884 yılına kadar sıfır meridyeninin Milyon Taşı’nın bulunduğu İstanbul’dan geçtiği kabul edilirdi. Dolayısıyla dünyada birçok ülke saatlerini İstanbul’a göre ayarlardı. Hatta haritalar bu nokta esas alınarak hazırlanır ve yönler buraya göre bulunurdu. 1884’te Washington’da düzenlenen Uluslararası Meridyen Kongresi’nde başlangıç meridyeninin konumu İstanbul’dan Greenwich’e taşınmıştır.
Şimdi, bu bilgileri edindikten sonra sizce, yanından geçtiğimiz taşlara, taş deyip geçebilir miyiz?
Fotoğraflar alıntıdır…
Kaynaklar:
https://bilimgenc.tubitak.gov.tr/makale/dunyanin-merkezi-milyon-tasi
https://tarihgezisi.com
https://turkoloji.cu.edu.tr/HALKBILIM/mehmet_yardimci_geleneksel_kulturumuzde_tas.pdf
https://www.mitolojisi.com/kaynak/kayra-han
https://www.milliyet.com.tr/yazarlar/orhan-besikci/izmir-in-gizemli-taslari-2533110