Eylül ayları evlerde kışa hazırlık zamanıdır 2024-10-10 13:00:00
Yazar: Raşel Rakella Asal
İçinde yaşadığımız çağ, her şeyi büyük bir hızla siliyor, bizleri belleksiz bir toplumun üyeleri haline getiriyor, hayatlar çabucak unutulup gidiyor. Yaşadığımız dünyada ne yaşanıyorsa gördüklerimiz arasında sona eren şeyler, bizde de sona ermiş oluyor. Sonuçta geriye birkaç anı, birkaç resim, birkaç küçük hatıra kalıyor. Bir çağın kapandığına tanık oldum. Bir tür dönemeçti diyebilirim. İnsan hayatının bir sayfasının kapanıp bir başka sayfanın açılmasıydı.
Geçmiş dediğimiz zaman dilimi hem çok derin hem şey çok engin. Zaman geçmiş! Yakını ayrı şeyler, uzayı başka şeyler, acı, tatlı anlar bırakarak geçmiş. Sabah yüzünüzde bir gülümseme ile uyanıyorsanız yakın geçmiş zamanın izidir dudaklarınızdaki. Uzak geçmiş zamanlar iç çekiştir. Ya da "Keşke" dedirtir. Ansızın aklınıza gelen herhangi bir şey, bir şarkı, bir anı, bir insan, tesadüfen burnunuza gelen bir koku, geçmişten size kalan anılardan anlayamadığınız bir özlemi kabartır. Bitmeyen bir hülyanın ipine tutunmuş, anılarınızın içinde ilerlersiniz.
Bazı anılar vardır hayatımıza kendi gözümüzde olduğundan fazla değer kazandırır. Bazen bir koku gelir ki sadece bir saniyeliğine bile hissetseniz, sizi alıp çok uzaklara, anıların tam ortasına götürüp bırakır. "Alt tarafı bir kokudur" deyip geçemezsiniz. Geçmişteki bir anıyı öylesine canlı hatırlarsınız ki, bu his size oldukça sıra dışı gelir. Duyduğumuz koku ile bağlantı kurmaya çalışırsınız. Çok beğendiğimiz bir parfümün kokusuna "Çiçek gibi" dersiniz, ekmeğin kokusu için "Taze, çıtır çıtır, dumanı üstünde" gibi ifadeler kullanırsınız. Kokuları kelimelere dökmenin zorluğunu yaşarsınız. Çünkü kokudan kaynaklanan anılarınız somut olmaktan ziyade nostaljiktir, sizi geçmişe götürür.
Ağustos, Eylül ayları evlerde kışa hazırlık zamanıdır, hamarat ev kadınlarının tüm hevesleri filizlenmiş, yemek pişirme heyecanları kabarmıştır. Tatlı bir telaştır. Zahmetlidir ama bu zahmete değer. Hatta daha yazın ilk günlerinden yazın ilk meyveleri ile reçeller yapılmış, taze yapraklar sarma için toplanmış, konserveler yapılmış, sebzeler kurutulmuş olur. Çeşit çeşit reçellerden balkona, avluya, evin her tarafına mis gibi kokular yayılır. Bu hazırlıkların biri de İzmirli Yahudilere özel bir makarna olan ev eriştesidir. İzmirli Yahudilerin “filas” dedikleri bu özel erişte çabuk piştiği için ev kadınlarının imdadına yetişir. Yapımı iki üç günü alsa da yapımı zahmetli olsa da İzmir Yahudi mutfağının vazgeçilmezidir. Alınan hamur bir parmak kalınlığında uzun şeritler halinde kesilir. Kesilenler temiz bir çarşafın üzerine aralıklı bir şekilde serilir, iki üç gün kurumaya bırakılır. Kıtır kıtır kırılacak şekilde kuruyunca saklama kabına yerleştirilmeye hazırdır.
Çocukluğumda aylardan Temmuz ortası olduğunda sanki hiç bitmeyecekmiş gibi bir telaşla başlanırdı kış hazırlıklarına. Ocakta kaynayan domates salçaları, temiz çarşafların üzerine kesilmiş ve kurutulmaya bırakılmış erişteler, kavanozlara konmuş reçeller, oklavalar, merdaneler, apartman avlularında, bahçelerin beton alanlarında veya balkonlarda foşur foşur yıkanan ve sonra kuruması için güneşe teslim edilen halılar... Bahçelerde kesilen odunlar, taşınan kömürler, evlerde kurulan sobalar... Eriştenin kesileceği gün, eş dostla kararlaştırılırdı. İş bölümü ile yapılan bu hazırlık için ev hanımının dışında bir dosttan yardım gerekirdi. Evi önce dip köşe temizlemekle işe başlanırdı, çünkü önce makarna hamurundan açılan yufkalar temiz bir çarşafın üzerine kuruması için yatağa serilirdi. Tüm bunlar çocukluğumun görüntüleri arasındadır.
Kış hazırlığı denince aklıma gelen görüntüler arasında tel dolapların ayrı bir yeri var. Buzdolabının olmadığı zamanlarda yiyecek koyulan, tabii buzdolabı kadar uzun süre saklamasa da sinekten, güneşten yiyecekleri koruyan eski zaman klasiğiydi. Çocukluğumda evimizde hem buzdolabı hem de tel dolap vardı. Mutfağın en serin ve güneş görmeyen köşesinde yer alır, kuru gıdanın, kahvaltılığın, keklerin, böreklerin, renkli reçel kavanozlarının durduğu bu yönüyle ev halkının cazibe merkeziydi. Telli kısmı yüzünden içindeki yiyecekler hava alır ama aynı zamanda sinek ve böcek gibi haşarattan yiyecekler korunurdu. Bu dolap bana o günlere dair anılarımı canlandırıyor, kapakları çocukluğuma açılıyor.
Büyükannemin evindeki tel dolabın kendine özgü bir kokusu vardı. Tarif edemeyeceğim bir koku. Şimdi arada bir o kokuyu duyarım. Kokuyla birlikte bazı anılar da canlanır, kaybolduğunu sandığım anılar; büyükannem, onun evine gidişim, orada yapılan kış hazırlıkları, o telaşı seyredişim... "Büyüyünce acaba ben de mi böyle yapacağım?" diye içimden geçirirdim. Bir kız çocuğu olarak bu hazırlıkları onaylayışım ile birlikte emeğe duydum hayranlık duygusu da gelişti.
İnsan hayatının değişimini ya da eşyaların farklılaştığını gördüm. Tel dolap yıllar içinde buzdolabına dönüştü. Günümüzde elde hamur almanın yerini hamur yoğurma makineleri aldı. Reklamlarda mutfak şefi ismini uygun görmüşler. Hatta makinede kıyma çekme bölümü de var. İsterseniz uygun aparatını taktığınızda yumurta çırpmaktan, hamur yoğurmaya, kıyma çekmeye yarayan bir sürü işlemi yapabiliyor. Tıpkı bulaşık makinesinin, kahve makinesinin yaygınlaşması gibi bu alet de mutfakların aranır eşyası olmaya aday.
Ben kendimi o geçmiş günleri yaşadığım için şanslı görüyorum. Tüm bu emeği, bilgiyi, tecrübeyi, birliği, düzeni, doğallığı, yardımlaşmayı gördüm, yaşadım ve tabii afiyetle tattım. Her yıl o hazırlıklar yapılırken ev kadınlığının reçeldi, salçaydı, turşuydu, erişteydi gibi sürekli bir şeyler üretme hali olduğunu anladım. Ev kadınlarına ayrı bir saygı duydum. Onlar binlerce yıllık kültürümüzü sofraya taşıyan, o kültürün anılarını, duygularını, acılarını, tecrübelerini yansıtan ev kadınlarıydılar. Yaşadıkları dönemin tecrübelerinin, alışkanlıklarının birer uzantısıydılar. Yayılıp yatmak olarak görünen ev kadınlığının ne zahmetli olduğunu, bir evi çekip çevirmenin ne olduğunu anladım. Meğer yaşamın çarkını döndüren onlarmış, anladım. Peki, nasıl oluyor da kokular unuttuğumuzu sandığımız anıları canlandırabiliyor?
Büyükannemin kış hazırlığına dönersek... Tel dolap evimizin kendi takvimini, kendi tarihini, kendi “aura”sını oluşturuyordu. Evden çıkıp gitmesi de yaşamın devingenliğini çağrıştırıyordu. Evimize ait hatırladığım bir imge, bir anı bulanık da olsa gözümde canlanıyor. Çocuk burnumun koku alıcıları yatağın üzerine kurutulmak üzerine serilmiş çarşafın üzerindeki eriştelerin o hamur kokusunu hafızama kazımış. Hiç isim bulamadığım bu koku doğrudan beynime hareket edip deneyimleri kodlayan bölgenin yanına yerleşmiş. Orada, erişte ile ilgili, kelimelere hiç dökülmemiş, bilinçli olarak hatırlaması güç ama yine de hafızamda yer etmiş diğer anılarla karışmış. Yıllar sonra bugün o kokuyu aldığımda o çocukluk günleri geri geliyor işte.
İnsanın hem kendisiyle hem de diğerleriyle kurduğu iletişimin sadece kelimeler üzerinden gerçekleşmediğini anladım. Meğer eşyaların da dilleri varmış. Toza bulanmış ne varsa geçmişten kalan, şimdi bir puslu geçmiş zaman...