Gelenlerin ve geçenlerin sadece ayakları görünüyordu. Çok yağmur yağdığı zaman sokakta sular birikir, araçların geçmesiyle birlikte sular pencereye yığılır ve bu küçük oda sular altında kalırdı. Annem böyle zamanlarda kıtık yastıkları pencerenin önüne yığar kendince önlem almaya çalışırdı. Kışın su basmaları nedeniyle küçük odadan çevreye ağır bir rutubet kokusu yayılırdı.
Küçük odada annemin çeyiz olarak getirdiği ceviz ağacından yapılmış nefis el işçiliği olan bir gardırop tavana kadar yükseliyordu. Tavan da ahşaptı, zemin de ahşaptı. Zeminde bir kapak ve onun altında toprağın oyulmasıyla elde edilmiş yine küçük bir odacık vardı. Bu küçük odacık İkinci Dünya savaşında sığınak olarak kullanılmak amacıyla yapılmış. Ama hiçbir zaman da kullanılmamış ve bu nedenle annem sığınağı kömürlük olarak kullanırdı.
Ben bu küçük sığınağa girer, bir mum yakar ve orada saatlerce oyalanırdım. Çıktıktan sonra üzerime ağır bir rutubet kokusu sinerdi. Bu küçük odada yine ahşap bir sedir vardı. Bu sedirin üzerinde yüzlerce ipek böceği ve kozası bulunurdu. Her yıl düzenli olarak ipek böceği besler onları büyütür kozalarını alır biriktirirdim. Sanırım evde çuvallar dolusu ipek böceği kozası birikmişti.
Annem kozaların çuvallarını koyacak yer bulamazdı. Ben de onları atmaya kıyamazdım. Ortaokul üçüncü sınıfta ipek böceği sevdamın sonuna geldiğini biliyordum. O sene böcek tohumlarından üç bin tane ipek böceği çıkmıştı. Sedir üzerinde yerlerde sedirin altında her taraf ipek böceği kaynıyordu. Onlara dut yaprağı yetiştiremiyordum. Yaprakları koyduktan sonra on dakika içinde yok olup gidiyordu. Ve bir süre sonra ipek böcekleri kozanın içine girmeye başladılar. Gardıropun arkası zeminden tavana kadar ve tavan araları da dahil olmak üzere sarı ve beyaz kozalarla sarıldı.
Tavanda adeta boş yer kalmadı. Bir de bunların bir süre sonra kelebek olarak çıkacaklarını düşündükce beni de bir korku sarmaya başladı. O gün karar verdim. Her örülen kozayı aldım güneşe bıraktım. Evimizin bahçesinde binlerce koza dağları oluştu. Kızgın güneş kozaların içindeki larvaların kelebek olmasını önlüyor ve hayvanların ölümüne neden oluyordu. Tüm kozaları bu şekilde güneşte yok ettikten sonra neden böyle bir şey yaptım diye günlerce ağladım durdum.
Ama ipek böcekleri zamanımın önemli bir bölümünü alıp götürüyordu ve derslerime zaman ayıramıyordum. Bu işe herkes çok sevindi benim dışımda. Sonraki yıllarda kedi, köpek, toprak solucanı, kirpi, kaplumbağa, ördek, balık, muhabbet kuşu ve son olarak da evimde güvercin besledim.
Her birinin dostluğu farklı, her birinin bakımı ayrı…
Sonra birden hayvan besleme sevdasından vazgeçtim. Başıma çirkin bir olay geldi de ondan… Evimin bahçesinde onlarca güvercin besliyordum. Akşam işten gelince onları uçuruyordum. Gökyüzünde süzülmelerini izliyordum. Yemlerini veriyordum. Yavrularını seviyordum. Onlara isimler koyuyordum.
Bir akşam işten geldiğimde, güvercinlerin kulübesinin kapısının açık olduğunu gördüm. Bir solukta kulübeye koştum. Hiç güvercin yoktu. Yumurtalar açıktaydı. Onlarca minik yavru annelerini arıyordu, bağırışıyorlardı, her taraf karmakarışıktı. Hüzünlü bir görüntüydü, korkunçtu…
Gündüz saatlerinde çocuklar duvardan atlayıp kulübeye girmişler, güvercinleri çalıp götürmüşlerdi, yavruları ve yumurtaları hiç düşünmemişlerdi.
O günden bu güne hayvan dostlarımdan hep uzak durdum, hüzün yaşamamak için.
Ama dayanamadım. Bir cam fanusun içinde iki adet balık besliyorum.
İşi büyütmeden bakabileceğim kadarıyla…
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.