Eyvah, ya Expo’yu alırsak!

Ey karşında mahcup olduğum okur; söze nasıl başlasam da kendimi sana affettirsem, bilemem! İki ayı geçmiş, sana bu sayfadan seslenmeyeli. Sevgili Hüseyin Erciyas da son yazımı geri çekmek zorunda kalmış, haklı olarak.
Ama inan -kabul buyurursan- çok sağlam bir mazeretim var- ki bu, benim için tüm zamanların en temel mesleki kaygısıdır, bir nevi meslek hastalığı da diyebiliriz: Şu şehri İzmir’de attığım her adımda, aklımda sen varsın. “Bak bende yalan yok, vallahi, billahi!”
Adımlarım araba tekerlerinin izleriyle mi karıştı, pis kokulu bir yerlerden mi geçtim, şehrin her semti kendine illa ki birkaç mezbelelik mi edindi… Bunlara sinirlensem, diğerlerinin hatırı kalıyor! Mesela şehri kuşatan birbirinden çirkin suratlı (ya da suratsız!), kara-kuru, insanın yaşama sevincini kursağında bırakan, mimari yoksunu binalarda… “Okura bunu mu yazsam, öbürünü mü?” diye, yürürken zihnimde metinler geliştiriyorum.
“Nasıl ya!” diyorum, “hem Expo’ya resmen aday, hem Universiade’ı yapmış, hem bu vesileyle hayal gücünü Olimpiyatlara dek genişletmiş, bir de F1 talebini dillendirmiş; yani büyük lokmalar yiyip büyük laflar etmiş bir şehir, nasıl olur da kendisiyle böyle çelişebilir?”

Kir çıkmazsa para yok!

Örnek mi lazım? (Bu bölüm, ilgisiz yetkililere mesajdır efenim, sevgili okur üstüne alınmaya!) Farz-ı misal, Çankaya’daki Bit Pazarı’nın ara sokaklarına, iş hanlarına yolunuzu bir düşürün, derim. Bunlardan birinde beterin beteri bir tuvalet kokusu burnunuzun direğini sızlatmazsa, duvarlardan üstünüze mikrop nüfuz ediyormuş hissine kapılmazsanız, para yok!
Ya da bu şehrin vitrini, medeniliğiyle en çok övündüğü -ve dahi övünmeyi hak ettiği- Alsancak’ta, Kordon civarında -üzerinize afiyet- sıkıştınız diyelim… Ve bir toplumun medeniliğinin en açık göstergesi olan en küçük “umumi” birimini ziyaret etme mecburiyeti hasıl oldu… Ne yapacaksınız? Vallahi, söylemeye dilim pek varmıyor ama anlamışsınızdır muhakkak; yapacak bir yer yok! Şöyle ki; Alsancak İskelesi bünyesindeki umumi ayak yoluna hiç yollanmayın derim ben. Zira, oradan ya hastalık kaparsınız ya da zaten kapısı mıhlanmıştır, temizlen(e)mediğinden!
Başka bir saptama, bugünlerde Kordon’un Pasaport cenahındaki Kordon Otel’i bitirmeye çalışan, meşhur Bonjour Restaurant’ın sahibi Timur Gönülşen’den geliyor; yeni semtindeki kahveler için: “Bir masa örtüsü koyuyorlar; herhalde altı ayda bir yıkanıyor. Sandalyelerin artık miadı dolmuş. Salonda dumandan oturamazsın. Pasaport’u disiplin altına almak lazım!”
Bunların üstüne bir de şehrin herhangi bir yerinde, yalnızca kaldırımları takip ederek herhangi bir “işgaliye” engeline takılmadan gideceğiniz yere ulaşırsanız da artık hakiki bir madalyayı hak ettiniz demektir. İnsanımızın şehre çer-çöp, tükürük ve bilumum atık zerk etme konusundaki fütursuzluğundan hiç söz etmiyorum artık. Dahası? Dahası çok da, daha fazla midenizi kaldırmanın alemi yok!

Expo bunun neresinde?

Şimdi kimileri, “Eh, Expo bunun neresinde?” diyesi mi? Şurasında efendim: İzmir’in belediyesiyle, ticaret odasıyla ve bilumum iş dünyasıyla ileri gelenleri yıllardan beri, dünyanın en büyük fuarı Expo’yu İzmir’de düzenleme gayreti içinde, malûmunuz. Nihayetinde İzmir, hükümetin, merkezi Paris’te olan Uluslararası Sergiler Bürosu’na (BIE) yaptığı başvuru ile, geçen yıldan bu yana Expo 2015’in resmi adayı. Tek rakibi, İtalya’nın Milano kenti. İzmir kendine “sağlık” temasını seçti. Expo 2015’e katılacak tüm ülkelerin, sağlık ana teması altında ileriye dönük hayaller, projeksiyonlar, yeni teknolojiler, fikirler üretmesi; bunları, İzmir’in belirleyeceği devasa bir fuar alanında son derece ilgi çekici, hayal gücünün sınırlarını zorlayan pavyonlarda sunması gerekiyor. Bittabi Türkiye’nin ve ev sahibi kent İzmir’in de… Şayet BIE, Şubat 2008’de Expo 2015 için İzmir’i seçerse, fuar süresince yani altı ay boyunca İzmir’e arş-ı âlâdan dahi dünyalı gelecek! Peki İzmir bu temayı niye seçti? Tarihi ve doğal zenginliklerinin sağlık alanında sağlam referanslar içermesi, şehrin kendine gelecekte böyle bir misyon edinebilmesine olanak tanıyan potansiyeli dolayısıyla… Bergama’daki, kapısında “Ölümün girmesi yasaktır” yazan sağlık yurdu Asklepion’dan mı söz etmeli, sağlık tanrısı Asklepios’un yurdu, kükürtlü suyuyla şifa dağıtan Allionoi’den mi… (Şifalı suların şehrini suyun altına gömeceğiz, o da ayrı terane ya!) Yoksa Balçova’daki Agamemnon Kaplıcalarından mı, Ege’nin doğal antibiyotiği zeytinyağından, doğal viagrası incirinden mi…
Şimdi alalım bu referansları; tıbbın son teknolojisiyle donanmış araştırmacı üniversitelerimizle, özel hastanelerimizle, sağlık merkezlerimizle ve polikliniklerimizle, mesleki sorumluluğu gelişmiş sağlıkçılarımızla paçal edelim. Üstüne devletin hastanelerindeki “Anlatsam roman olur” cinsinden hikayeleri ve “Su akar, Türk bakar” cinsinden boşa akan termal kaynakları ekleyelim. Ve hepsini, yukarıda betimlemeye çalıştığımız şehir turuna katalım…
Tükendim! Benim içimden sadece, “Eyvah, Expo’ya adayız, ya bir de alırsak!” demek geliyor.



Editör’ün notu : Mesleği paylaşmaktan büyük onur duyduğum sevgili Duygu Özsüphandağ Yayman’ın yazısını geri çekmem söz konusu değil. Bunu yapamam. Ancak, sürekli ve düzenli yazan arkadaşlarımıza haksızlık olmasın diye yazı aralığını bir aydan fazla uzatan arkadaşlarımızın yazıları yayınlanıyor, ancak ana sayfada görünmüyor, edilgen duruma geçiyor. Ben de bu kapsamdayım açıkçası. Belirtmek istedim.
Hüseyin Erciyas

Related Images:


Yayımlandı

kategorisi

yazarı:

Etiketler:

Yorumlar

Bir cevap yazın