Tek tek silkeledi, astı, balkondaki eski ipe. Bir bir dizdi hepsini, herkesi. Uzun sürdü biraz çünkü her birine uygun mandallar buldu.
Hep böyle yapıyor; ne zaman, “Pissin sen!” deseler dökülüveriyor ortalığa, kirli sepetiyle. Sahiden temizlenmiş mi şimdi bunlar! Yüzü gibi buruşuk, dili gibi pütür pütürler. Girinti çıkıntılarında bir karanlığı saklıyorlar.
Sandıktan çıkanları en öne dizdi. Akı sararmış beyazları, ağarmış karaları, onur nişanıymış gibi serdi. Sonra tek tek parmaklarına geçirdi onları. Her birine birer surat çizdi. Kimi güldü, kimi dik dik baktı. Sonra hepsinin kollarını havaya kaldırdı. Bir eli perdenin arkasında oynatırken kuklaları; diğer eli havada, haykıran ağzına eşlik etti. Kelimeler, dilindeki hiddet ve nefretten ürküp kaçıştı. Yeni söz bulamayınca eski ezberleri kurcaladı. Dili, boğazındaki dipsiz çukurda dolaştı. Fıtratındaki karanlığa saklanmışlardı. Oradan kardeşliği çıkardı, şöyle bir salladı…
Edep, haysiyet, demokrasi… İnsanlığın kadim bilgisinden süzülüp gelen onca kavram, boş birer çuvala dönüştü. Onlar da ipteki yerlerini aldı.
Ne de olsa bir meydan okuma harbinin baş aktörü o. Asar da, keser de! “Ol!” dediğinde vücuda gelecek bir dünya var emrinde. Kırk kere “Temizim” dediğinde arınmış olacak; herze! Sağı solu, eli kolu dolu. Yangından kaçırdığı mallarla tası tarağı toplamış gelmiş; berhava! Onca kiri pasağı hep birlikte tutmuş, sonra da birlikte yuğmalara kalkmışlar. Oysa en iyi onlar bilmeli: İmame bir koparsa ardı sıra dizilen tespih taneleri patır patır saçılır ortalığa.
“Çamaşırlarım apak!” diye ne bağırıp duruyorsun be! Kan lekesi bu; ne yapsan çıkmaz… Sandık lekesi desen… On yılların tortusuyla yerleşmiş; geçmez. En çok da, “Bu çamaşırlar, sonracığıma o sandık senin değil ki!” sözüne öfkeli. “Düpedüz iftira!” diyor. E, bu malların kara kutuları elden ele dolaşıyormuş; öyle diyorlar… Filmin toplu gösterimi yapılıyormuş: Ulan, hepiniz oradaydınız be!
Lakin kahramanımızın, “Kalbi var fakat anlamaz; gözleri var fakat görmez; kulakları var fakat işitmez.” Balkon da zaten sesleri içeri almaz. Balkon koca bir megafondur yahut bir korna. Atmosfere yüksek volüm zerk etmekte mahir. İtirazları, reddedişleri bastırmaya matuf…
Diyor ki, “Biz çaldık, ezdik, dövdük, öldürdük; ellerimiz hepinizin cebinizde, gözlerimiz evlerinizde, durmadan kötek atıyoruz ama siz yine de bize güvendiniz. O yüzden utanmadan balkondayız yine. Teşekkürler hepinize…”
Ey sen! Balkonu evinin şehirle bütünleştiği yer zanneden; ona kâh keyfini kâh kederini yükleyen insan evladı… Tarih her zaman ileri gider zannetme. Yeni zamanların balkonları, ilk icat edildiği çağdadır yine.
***
Onca şakıdım, uçtum, kondum… Avından kurtulduğum her sapan, özgüvenimi geri getirdi. “Beni öldürmeyen acı güçlendirdi.”* Akıntıya kürek çektikçe kanatlarım büyüdü. Martı Jonathan’lar çoğaldı. Tüneyecek temiz bir daldan mahrum olan, bir o balkon kaldı.
Rüzgâr çıktı. Bulutlar yağmur topluyor. Bakarsın iniverir gök kubbe ve balkonun kiri pasağı seriliverir yere…
* Friedrich Nietzsche
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.