Ortadoğu’da petrol üstüne kopan kızılca kıyamet de ders olmadı, yerli kaynaklarımızın değerini bilmeye. Oysa 1973 petrol krizinden ders çıkaran Orta Avrupa, petrol bağımlılığından kurtulmanın yollarını aramış; yenilenebilir enerji kaynaklarını nasıl kullanacağına, geliştireceğine ve stoklayacağına kafa yormuştu. Bizim bugün sanki bir efsane imiş gibi söz ettiğimiz, “Ya, biliyor musunuz, adamlar güneş enerjisini elektriğe dönüştürüyormuş” diye şaşırdığımız teknolojilerinin ardında merak ve arayış vardı. Fotovoltaik pilleri, güneş mimarisini, ısıl güneş kolektörlerini, güneş ocaklarını geliştirmişlerdi. Coğrafyanın kendilerine gıdım gıdım sunduğu güneşi enerjiye dönüştürmeyi bilmişlerdi.
Biz ise 40 derece güneşin altında, alkol kadehleriyle “eller havada”, “bel kıvıran”; tek işleri, rüküş mayoları ve yüksek ökçeli terlikleri ile “beach club” iskelelerinde birbirlerine hava atmaktan ziyade kavrulmuş keke benzemek olan vücutlarda depoluyoruz sadece güneşi.
Ne bakanlığın güneş enerjisi teknolojilerini geliştirmek için önderlik yapmaya, ne sanayicinin yeni güneş teknolojilerine yatırım yapmaya niyeti var gibi görünüyor. Bakanlık, güneş enerjisinden yararlanmaya 1986 yılında başlamış. İlk yıl sadece 5 bin TEP enerji üretilmiş. Bugün geldiği düzey yalnızca 375 bin TEP.
Halkın güneş enerjisine tek merakı ise dama konulan ve bir türlü estetize edilemeyip binaları hamam böceği kafasına benzeten tanklar marifetiyle suyunu ısıtmak. Oysa bunların, damların şeklini alıp tankları gizleyen modelleri de var. Damların şeklini alan plakalar şeklindeki fotovoltaik piller (güneş pilleri) ise, güneş enerjisini elektrik enerjisine dönüştürebiliyor. Sonra bu enerji şebekeye bağlanıyor. Böylece, damına mini bir güneş santrali yatırımı yapan kişi, ömür billah elektrikten tasarruf ediyor.
Dünyadaki bu gelişmelere karşın, güneş çok da verimkâr bir enerji kaynağı değil, diyesi bazı yetkililer ve ilgililer. Lakin bütün bu ilgisiz ilgililerin bilmediği ya da bilmezden geldiği gerçekler, bilimden saklanamıyor.
Güneş ışınımının yalnızca yüzde 50’si, 150 milyon kilometre mesafeyi aşıp dünyaya gelebiliyormuş. Olsun. Geri kalan yüzde 50 cümle aleme yeter. Yeryüzünde enerjinin şiddeti metrekarede bin 100 watt imiş. Az şey mi? Değil. Güneş enerjisinin yeryüzüne ulaşan bölümü dahi, dünyada bir yılda kullanılan enerjinin 20 bin katı. Türkiye’ye gelince rakamlar daha bir cömert, güneş ışınları daha bir yakıcı.
Hem de bütün bu verileri, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’na bağlı Elektrik İşleri Etüd İdaresi (EİE) veriyor:
Türkiye yüzeyine gelen güneş enerjisinin değeri 88 milyon Ton Eşdeğer Petrol (TEP). Ekolojik dengenin bozulmaması için bunun binde üçünün elektrik üretimi ve ısınma amaçlı enerjiye dönüştürülebileceği belirtiliyor.
Türkiye’ye bir yılda gelen güneş enerjisi, sadece 1997 yılında üretilen toplam elektrik enerjisinin yaklaşık 10 bin katı değerinde.
Türkiye’nin ortalama yıllık güneşlenme süresi iki bin 640 saat.
Ege Bölgesi, yılda iki bin 738 saat güneşleniyor. Bölgede yılda metrekareye bin 304 kilowatt saat güneş enerjisi düşüyor.
Türkiye’de sıcak su amaçlı güneş enerjisi uygulaması ile yılda 500 milyon dolar tasarruf edilebilir.
Türkiye’de üretilen toplam enerjinin yüzde 40’ı binaların ısıtılmasına harcanıyor. Pasif güneş enerjisiyle inşa edilmiş bir apartmanın ısınma masrafı ise yüzde 80 dolayında azaltılabilir.
Bu kadar bilimsel veriden, bilip de bilmezden gelmelerden sonra artık ne demeli, bilmem. Sokrates’in, “İnsanlar birbirinin güneşini, havasını engellememeli” sözünü hatırlatmak ve bazılarına “Güneşimden kaç!” demek, yeterli olur mu sizce? Ne dersiniz?
Bir cevap yazın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.